Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II Ders Notları
Demokrat Parti Dönemi (14 Mayıs 1950-27 Mayıs 1960)
Çok Partili Hayata Geçiş
Türk siyaseti çok partili hayata geçerken oldukça sancılı bir süreç yaşadı. Başlangıçta Kemalistler tek partili bir devlet kurmak istememiş olabilirlerdi. Ancak Terakkiperver ve Serbest Cumhuriyet Fırkası gibi denemeler başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ve II. Dünya Savaşı gibi süreçlerin oluşturduğu koşullar tek partili sistemin varlığını devam ettirmesine neden oldu. Bu süreçte CHP ile Devlet birbiri içerisine girdi ve bu durum CHP’nin 1935 senesindeki kongresiyle resmi bir hal aldı. Parti’nin temel ilkeleri yeni Türk devletinin ilkeleri olacaktır diye ilan edildi. Öyle ki partinin il başkanları kendi illerinin valileri olurken partinin Genel Sekreteri de İçişleri Bakanı olmuştur. Bu durum bir noktada devleti kuranların tabii olarak devleti yönetme isteklerinin tezahürüydü.
Diğer taraftan İsmet İnönü dâhil CHP’nin önemli isimleri bir muhalefetin gerekliliğini kabul ediyordu. Modern demokrasilerde var olan muhalefet eksikliğini kapatmak için CHP’nin içinden oluşturulan Müstakil Grup’a meclis içinde iktidarı eleştirmesine ve sadık muhalefet rolü oynamasına izin verildi. Fakat hiçbir zaman tam olarak muhalefet rolünü üstlenememiştir. Bundan sonraki süreçte yeni bir siyasi parti kurma girişimi siyasetçilerden değil, Nuri Demirağ adlı bir sanayiciden geldi. Onun liderliğinde 1945 yılında Milli Kalkınma Partisi’nin kurulmasıyla çok partili hayata geçildi. Ancak bu parti Türk siyasi hayatında çokta etkili olamadı. Bundan dolayı da tam manada çok partili sistem Demokrat Parti’nin kurulmasıyla başlayacaktır.
Demokrat Partinin Kuruluşu
- Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya, İtalya ve Japonya’daki totaliter rejimlerin yenilgisi ve Batı demokrasilerinin zaferi, her zaman Batı’daki siyasi iklime tepki veren Türkiye’yi etkilemesi kaçınılmazdı. Savaş bittikten sonra iktidar kanadında değişen atmosfere adapte olmak için siyasi ve ekonomik bir liberalleşme eğilimi söz konusu oldu.
Ayniyat Vergisi, Milli Koruma Kanunu gibi uygulamalar kötü ekonomik durumu düzeltemediği gibi iktidarın eleştirilmesine neden oldu. Bunların ardından toprak ağalarının gücünü kırmayı amaçlayan ve toprak sahipleri aleyhine olan toprak reformu yasa tasarısı girişimi CHP içindeki muhalefetin kristalleşmesine başrol oynadı. İleride Demokrat Parti’nin kurucuları olacak Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuat Köprülü ve Adnan Menderes bu yasanın anayasaya aykırı olduğunu söyleyerek karşı çıktılar. İşte bu “Dörtlü Takrir” ileride siyasi muhalefetin başlangıç simgesi olarak görülecektir. Bunlardan üçünün partiden ihracı ve Bayar’ın da istifasının ardından muhalifler 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’yi kurarlar. İlk olarak CHP’ye sadık bir parti olduğu havası ortaya çıktı. Gerçekten de üyelerinin zihniyeti CHP’lilerden farklı değildi ve parti programının CHP’ninkinden farkı yoktu. Sadece iki noktada farkı dikkat çekiyordu:
- Demokrasiyi geliştirme hedefi; bunu tepeden değil, halktan alan bir sistemle yapma.
- Ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmek için özel sektör vurgusu.
Halk Partisi’ne sempati duyan hemen herkes, DP’nin CHP ile aynı temel ilkelerini benimsemesinden hoş bir şaşkınlığa uğradı. Birçok kişi DP’yi muvazaa partisi olarak görmeye başladı.
Diğer taraftan Demokrat Parti’nin kurulmasıyla iktidar partisinin bazı değişikliklere gittiğini görüyoruz. İsmet İnönü’nün Milli Şef unvanı kaldırıldı, Müstakil Grup dağıtıldı, basın yasaları genişletildi ve üniversitelere özerklik verildi böylelikle daha liberal bir hale gelindi.
Tüm bunlara karşın 1947’de yapılacak olan seçimlerin 1946’ya alınması bu liberal eğilimin samimi olmadığı görüşünün ortaya çıkmasına neden oldu. Demokrat Partili yöneticiler CHP’nin kendilerine seçim propagandası için gerekli hazırlıkları yapmaya fırsat verememek için erken seçim kararı aldığını söyleyerek bu kararı eleştirdiler. 1946’daki seçimleri CHP kazandı ancak seçimlere yolsuzluk iddiası damga vurmuştur.
Demokrat Parti Muhalefette (1946-1950)
1946’da seçimlerinden sonra CHP yeniden iktidar oldu. Ancak seçimlerdeki başarıya rağmen CHP içindeki Radikal-Ilımlı mücadelesi bitmedi. CHP’nin içindeki aşırıcılar Demokrat Parti’nin demokrasi adına attıkları adımları fazla, rejim için tehlikeli, görüyorlardı bundan dolayı parti içinde radikal ve ılımlı kanat arasındaki ilişkiler gerilmeye başladı.
Buna karşılık Demokrat Parti’nin de iktidara yönelik tenkitlerini kademeli olarak sertleştirdiği görülür. Bu yoldaki ilk adım DP’nin Birinci Büyük Kongresinde kabul edilen; Anayasadaki vatandaş hak ve hürriyetine karşı olan maddelerin kaldırılması oy emniyetinin sağlanması ve seçim kanununda değişiklikler yapılmasını içeren Hürriyet Misakı’dır. Bundan sonra iki parti arasında gerginlik giderek artacaktır.
Başbakan Recep Peker, muhalefete memlekette anarşi yaratmak suçlaması yaparken, Demokrat Parti yönetimi de hükümetin, teşkilatlanma ve propaganda yapma haklarını kısıtladığını söyleyerek şikâyet ediyordu. Burada Cumhurbaşkanı’nın partisinin aşırıcı kanadını frenlediğini görüyoruz. İsmet İnönü bu ve bundan sonraki tutumuyla Türkiye’de iktidarın halkın oyu ve tercihiyle seçilmesinde önemli bir rol oynayacaktır.
12 Temmuz Beyannamesi (1947)
Cumhurbaşkanı İnönü, iktidar ve muhalefet liderleriyle yaptığı bir dizi görüşmeler sonunda; iktidar ve muhalefet arasındaki zıtlaşmayı gidermek için hem iktidara hem de muhalefete eşit uzaklıkta kalacağını taahhüt ettiği ve siyasi partilerin Türk demokrasisinin vazgeçilmez unsuru olduğunu vurguladığı bir bildiri yayınladı. Bu bildiriyle birlikte ülkede çok partili rejim geri dönülemez bir biçimde kabul edilmiş oldu.
Feroz Ahmad Beyannamenin kabul edilmesinden bir gün sonra Amerikan Yardım Anlaşması’nın imzalanmasına dikkat çeker. Sovyet yayılmasına karşı Amerika dost ve müttefik ülkeler oluşturmaya başlamıştı. Bu doğrultuda Sovyetlerin potansiyel yayılma sınırlarındaki ülkelere çeşitli isimlerle yardım paketleri sağlanıyordu. Türkiye de bu yardımlardan yararlanan devletlerarasına girmiştir. Bu dönemde İnönü’nün tarafsız bir tutum alması bu yardımdan yararlanmak için olduğu rivayet edilir.
Beyanname siyasi ortamı yumuşattı ancak DP içinde bir grup, 1948’de Millet Partisi‘ni kuracak olan, iktidarla düzeltilen ilişkilere tepki gösterdikten sonra bunun güdümlü demokrasi olduğunu öne sürerek partiden ayrıldı.
1947-1950 Dönemi
Baskılara rağmen CHP içindeki ılımlı ve aşırıcı kanat arasındaki mücadeleler bitmemiştir gelişmeler ılımlıların lehine olmuştur. Aşırı sert politikayı savunan Recep Peker 9 Eylül 1947’de istifa etti. Yerine sivil kökenli Hasan Saka getirildi. Bundan sonra Halk Partisi’nin kendini yenileme çabaları devam edecektir. 17 Kasım 1947 tarihli CHP’nin 7. Kongresinde parti programını oluşturan altı ilke yeniden yorumlama gereği hissetmiştir. Parti tüzüğündeki bu değişiklikler demokratikleşme yolunda önemli bir mahiyet arz eder. Hükümete küçük çiftliklere bile el koyma yetkisini veren Toprak Kanunu’nun 17. Maddesi kaldırılması değişimin en belirgin noktası olması açısından önemlidir.
Yöneticilerin yerlerini korumak için kamuoyunu dikkate almak zorunda olduklarının farkına varmalarının ve Kongre’den sonra Cumhurbaşkanı da dahil olmak üzere siyasi yelpazedeki her makam sahibinin eleştirilebilmesi Halk Parti’yi parçalanmaktan kurtarmış ve canlanma imkanı vermiştir. Partiler arası ilişkilerde de adeta bir bahar havası başlamıştır. Artık yeni bir devrin başladığı her kesim tarafından görülmekteydi.
Diğer taraftan 9 Haziran 1948’te istifa eden Hasan Saka hükümeti genç ve dinamik isimlerle yenilenerek devam ettirilmiştir. Ancak Nihat Erim gibi İnönü’nün sözcüsü niteliğindeki isimlerin varlığı Cumhurbaşkanının iktidar ile muhalefet arasındaki dengeyi koruduğunu gösterir.
Partiler arasındaki olumlu gelişmelere rağmen ekonomik sahada beklenen iyileşme görülmediğinden 1949’da Hasan Saka hükümeti istifa etti. Yerine yeni hükümet kurma görevi politik ve kültürel meselelerde liberal görüş sahibi olan Şemsettin Günaltay’a verildi. Bu görevlendirme CHP’nin halka yakınlaşma hareketlerinde en önemli adımlardandır.
Muhalefet iktidarı ekonomi alanında Amerika’dan gelecek yardımlara fazla güvenilmemesi konusunda uyarırken CHP’de seçim kanununda siyasi partilerin devlet radyosunu kullanabilmesi ve İstiklal Mahkemelerini kaldıracağının vaadinde bulunması ayrıca halkın dini duygularında daha liberal yaklaşımlar ön plana çıkarmıştır. Buna karşılık sol örgütlenmeye karşı iktidarın ve muhalefetin desteklediği bir uygulama haline gelmiştir. İktidarın muhalefetin sesine kulak vererek adımlar atması CHP’nin imajında olumlu bir etki yapmaya başlaması DP’de rahatsızlığa neden oldu. Zira gevşeyen siyasi ortamın Halk Partisi lehine dönmesinden endişe duyuluyordu.
Milli Teminat Andı
1950’de yapılacak seçimler yaklaşırken Demokrat Parti’nin 1949’da toplanan İkinci Büyük Kongresi’nde temel gündem konusu Seçim Kanunu’yla ilgiliydi. 1946 Seçimlerinde yaşanan hadiselerin tekrarlanmasında endişeliydiler. Bunula ilgili olarak “Milli Teminat Andı” adı verilen bildiriyi yayınladılar. Bildiriye göre dürüst seçim ve oy emniyeti sağlanmazsa vatandaşın devlete karşı harekete geçme hakkı doğacaktı. Bu bildiri siyasi gerilimi arttırdı. CHP’liler bu bildiriye “Milli Husumet Andı” ismini takarak muhalefetin, vatandaşı nizam ve kanun dışı harekete sevk ettiğini öne sürüyordu. Ayrıca bu kongrede DP’liler Anayasanın değiştirilmesine karşı çıkmışlardır. Partiden ihraç edilmelerini onaylayan, parti başkanlarının ve merkez komitesinin yetkilerini arttıran kararlar aldıkları gibi laiklik prensibini bozmamak kaydıyla din hürriyetinin temel hürriyetlerden olduğunu kabul etmişlerdir.
DP’lilerin kendi yandaşlarını sağlam tutmak amacıyla tırmandırdıkları gerilim, olumsuz karşılanmaya başlayınca kararların sadece ihtar amaçlı olduğu ileri sürüldü. Netice itibariyle 1950 seçimleri için gizli oy açık tasnif esasına dayalı olacak yeni bir seçim kanunu çıkartıldı.
1 Mart 1950’ de Türk büyüklerine ait türbelerin ziyarete açılması kabul edildi. Fevzi Çakmak’ın cenazesinde yaşananlar laikliğin hala pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösterdi. Bu olaydan sonra Celal Bayar, Başbakan Günaltay’ı ziyaret ederek seçimlerde dini siyasete alet edebileceklere karşı hükümete yardımcı olmayı önerdi.
1950 Seçimleri ve 27 Yıllık iktidarın Değişimi (Beyaz Devrim)
Demokrat Parti üretimi arttırıp, vergileri azaltmak, dengeli bütçe ile ekonominin düzeltilmesi ile rejim ve ilkelere zarar verilmeyeceği gibi seçim söylemlerinde bulunurken; CHP ise ekonomide devletin rolünü azaltmak, özel teşebbüse daha fazla fırsat vermek, paranın değerini korumak, vergi reformu yapmak ve Halk Partisi’nin altı ilkesinin anayasadan çıkarmak gibi seçim söylemlerinde bulunmuştur.
1950’de yapılan genel seçimlerde, çoğunluk sistemine dayanan, gizli oy-açık tasnif usulüne göre seçim gerçekleşmiştir. Seçim sonuçları CHP’nin her türlü değişim çabalarına rağmen halkı ikna edemediğini kanıtlamıştır. Katılım % 88.88 ile rekor düzeyde olup. DP oyların % 53’ünü CHP ise % 39’unu almıştır. Böylece CHP, iktidarı DP’ye devretmiştir. Bu sonuçlar DP’nin başarısı olarak görünse de halkın önemli bir kısmının halen CHP ve İnönü’yü desteklediğini göstermesi açısından önemlidir.
1950-1954 Dönemi ve DP İktidarının Uygulamaları
Seçim sonuçları dış basında büyük yankı uyandırmış ve kazananları dahi sonuçtan şaşkın olduğuna değinilmiştir. Seçimlerden sonra Cumhurbaşkanlığına Celal Bayar seçilmiştir ve partisinden istifa ederek tarafsız bir konuma gelmiştir. “Dörtlü Takrir” imzacılarından Refik Koraltan Meclis Başkanlığına getirilirken hükümet kurma görevi de Adnan Menderes’e verilmiştir. Yeni meclisin daha ilk oturumunda muhalefete söz hakkı tanınmayınca Meclis’i terk etmiş ve bu durum 4 yıl boyunda sürecek sürtüşmenin ilk işareti olmuştur. Bu dönemde DP muhalefette İnönü’nün etkisini azaltmaya çalışmaktaydı.
Yeni iktidar 27 yıllık CHP iktidarının köklerini tüm devlet kurumlarından sökmek için harekete geçti. Ordu, üniversite, basın ve yargı üzerinde düzenlemeler yapıldı. İlk önce Genelkurmay Başkanı ve önemli sayıda yüksek rütbeli subay emekliye sevk edildi.
DP döneminde ulaşım sektöründe de gelişmeler yaşanmış, ancak bu dönemde Atatürk ve İnönü dönemlerinin aksine demiryollarına değil, karayolu yapımına öncelik verilmiştir. DP döneminin eğitim politikası da CHP’den farklı olmuştur. Atatürk döneminde açılmış olan Halkevlerinin 1951 yılında kapatılması ve İnönü döneminde kurulan Köy Enstitüleri’nin kapatılarak İlkokula dönüştürülmesi bu farklı politikanın en çarpıcı örnekleridir.
İrtica söylemlerinin çoğalması, Atatürk heykellerine saldırlar yapılması ve parti taşra örgütlerinden Atatürk ilkelerinden dönülmesi taleplerine muhalefetin tepkisi olmuştur. Buna karşılık iktidar irtica söylemleri nedeniyle Büyük Doğu ve İslamiyet gibi bazı dergilere soruşturma açılmış. Buna ilaveten 25 Temmuz 1951’de Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu çıkarmıştır.
Yasal anlamda ilk çalışma, muhalefetinde desteğiyle Arapça ezan yasağını kaldırmak oldu. Bundan başka DP iktidarı bir af kanunu çıkartmış, ücretli hafta sonu tatilini kabul etmiştir. Bu dönemde önemli bir yer teşkil eden bir başka konu ise Komünizm ile mücadele olmuştur. Bu doğrultuda sert ve ciddi adımlar atılmıştır.
Türkiye’nin 1952’de NATO’ya girmesiyle, II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan yalnızlık da sona ermiştir. Doğal olarak bu gelişme iç politikaya da yansımış ve DP’nin gücü ve halktan aldığı destek artmıştır.
Muhalefet tarafında ise değişim isteği açık bir şekilde ifade ediliyordu. CHP’nin Sekizinci Genel Kurulu’nda İsmen İnönü ve ekibinin çekilerek partinin gençleştirilmesi delegeler tarafından isteniyordu.
Bu dönemde İktidar-Muhalefet ilişkilerine baktığımızda DP’nin CHP’yi hiçleştirmeye çalışması ve zaman zaman parti mallarına el koyma tehdidine yer vermesine karşılık CHP’nin de seçimlere katılmama tehdidi ve karşılıklı yıpratma söylemleri şeklinde gerçekleşiyordu.
Demokrat Parti’nin Ekonomi Alanındaki Uygulamaları
DP ekonomide şu söylemi izliyordu. Nasıl Avrupa devletleri aldıkları kredilerle gelişip ilerlemişlerse Türkiye’de her ne kadar geç kalmış olsa da bu devletlerin yolundan giderek gelişip ilerleyebilirdi. Ancak DP bu tür gözlemler ve karşılaştırmalar yaparken; tarihsel farklılıkları, gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasındaki ilişkileri ve kapitalizmin temel işleyiş yasalarını gözden kaçırmıştır.
1950 seçimiyle değişim sadece iktidar partisinde olmamıştır. DP, toplumsal ve sosyal alanlarda yaptığı değişikliğin yanı sıra ekonomi ve maliye alanlarında da büyük değişiklikler gerçekleştirmiştir. Ekonomik olarak 20 yıldır izlenen devletçi, korumacı ve kendi kendine yeten politikalardan vazgeçilmiş; para ve maliye politikası kökten değiştirilmiştir. Dönemin ilk yıllarında ithalat büyük ölçüde liberalleştirilmiştir.
Türkiye’nin 1947’de Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’na üye olması ve 1950’lerin başında oldukça liberal bir iktisat politikası uygulaması, Türkiye’ye sağlanan dış yardım kredi ve yabancı sermaye yatırımlarında önemli bir artış sağlamıştır.
Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasının Türk Hükümeti ile işbirliği içinde hazırlamış oldukları ve Barker Raporu olarak bilenen raporun ise DP’nin ekonomik siyasetini belirlemede önemli derecede etkisi olmuştur. Bankanın başkanı olan James M. Barker başkanlığı altında Türkiye’ye gelen 15 kişilik inceleme heyeti, yerel incelemeler yaparak sözü edilen raporu hazırladı. Bu rapor “Türkiye Ekonomisini Kalkındırma Programı için Tahlil ve Tavsiyeler” adını taşımıştır. 1951 Haziranında Celal Bayar’a Barker tarafından sunulan raporda Türkiye ekonomisinin eksik yönleri ortaya konulmuştur. Bunlar:
- Tarımı ihmal etme pahasına endüstriyi geliştirmeye çalışmaktan ortaya çıkan ekonomik dengesizlik
- Devletçilik ilkesinin hükümetin sırtına bir yük yüklemesi ve özel teşebbüsün cesaretini kırması
- Teknik eleman eksikliği
- İdari mekanizmanın işleyişindeki aksaklıklar
- Yatırımları düzenleyecek ayrı bir mekanizmanın bulunmayışı
Bu rapor adeta DP ekonomik uygulamalarını mihenk taşı olmuştur. Eleştirileri dikkate alan DP, tarıma, köylüye, çiftçiye önem vermiş, teşvik politikaları uygulamaya başladı. Bu durum ülkeye giren traktör ve tarım üretim malzemesini hızla arttırmıştır. Buna bağlı olarak işlenen tarımsal alan oldukça yükselmiştir. Tarımı sübvanse etme yönündeki politikalar çerçevesinde çiftçiye ucuz kredi, ucuz gübre verilmiştir (1948’de 1800 traktör var iken, 1957’de 44.000 traktöre ulaşılmıştır.). Bu durum DP’nin 10 yıllık iktidarı boyunca kazandığı teveccühün en bariz nedenlerinden birisi olmuştur. Zira 1950’lerin Türkiye’sinde ülke nüfusunun % 80’i hala köylerde yaşamaktadır. Menderes izlediği bu politikanın içeresine karayolları yapımı, liman inşası gibi politikaları da dahil etmiştir. Bu durum oldukça ilginç sosyo-ekonomik sonuçlar doğurmuştur. Köye kadar ulaşan karayolları en küçük idari birimdeki insanı büyük şehirlere bağlayınca kırsaldan şehirlere göç ve buna paralel de dengesiz ve çarpık kentleşme kendisini göstermiştir.
Gerçekten de DP’nin ilk yıllarında ekonomide büyük bir canlanma yaşanmış. Fakat 1954 yılından sonra özellikle dış ticarette denge bozulmaya başlamış ve hükümet kaçınılmaz olarak dış borçlanmaya yönelmiştir. 1957’den sonra dış kredi alınmasının zorlaşması, ekonomik durumu olumsuz yönde etkilemiş ve yatırımlarda ciddi bir azalma görülmüştür. Bu borçlanma siyaseti 1958’de devalüasyona yol açmıştır.
1954 ve 1957 Dönemi Olayları
Demokrat Parti’nin popülist siyaseti, 2 Mayıs 1954 seçimlerinde partiyi yeniden iktidara taşısa da bu politika uzun vadede ülkeyi sıkıntıya sokacaktır. Ancak yine de oyların çoğunluğunu almış olmaları DP gücünü simgeleyen önemli bir zafer olarak göze çarpmaktadır.
Bu yeni dönemde kabinedeki isimler bir öncekinden neredeyse farksızdı. Seçimlerden sonra Menderes’in tutumunda değişiklikler yaşanmıştır. Bu durum iki siyasî parti arasındaki ilişkileri gün geçtikçe gerginleştirmiş ve ülke kısa sürede kısır siyasî çekişmelere sürüklenmiştir. Menderes’teki bu tutum değişikliğinin arkasında “çevreleme” politikası sonucu verilen yardım ve kredilerin azalması nedeniyle; tarımda ve ekonomide baş gösteren sıkıntılar muhalefetin söylemlerinin halk nezdinde kabul görme başlamasıydı.
Hükümetin bütün kesimleri kontrolü altına alma girişimleri devam etti. Menderes artık eski usul muhalefete müsamaha göstermeyeceğini açıkladı. Partiler arası geçişi yasaklayan ve muhalefet partilerinin işbirliğine gitmesini engelleyen kanun çıkarıldı. Muhalefete oy veren belediyeler bile yeni anlayıştan nasibini aldı ve Kırşehir ili ilçe yapılarak cezalandırıldı. Feroz Ahmad, bu dönemdeki muhalefete karşı olumsuz tutumun aslında Türk siyasi tarihindeki muhalefet imajının devamı olduğunu ifade etmektedir.
Bu dönemde hükümeti eleştiren akademisyenler dahi emekliye sevk edildi. Hüseyin Cahit Yalçın’ın tutuklanması basın üzerindeki baskının ulaştığı noktayı göstermesi açısından son derece önemlidir. İktisadi hayatta da dikkat çeken nokta Milli Koruma Kanunu’nun tekrar uygulamaya başlaması oldu.
Menderes’in basın yayın kuruluşları ile aydınları dinlemeyeceğini açıklaması kendisini destekleyenlerle arasının açılmasına neden oldu. Bununla birlikte Menderes, parti grubunu da dikkate almamaya başlamasıyla artık DP, Menderes’in partisi haline büründü. 10 Milletvekili bu sert tutuma eleştirileri yüzünden partiden atıldı. Bu olaya tepki olarak 10 milletvekili de partiden istifa etti. Böylelikle parti içinde muhalefet saf dışı bırakıldı. Farklı seslere tahammülsüzlük demokrasi zeminine zarar vermekteydi bu durum otoriter yapıdan memnun olmayan kişileri DP’den ayrılmaya sevk etmekteydi. Bu sırada DP içinden atılan ve istifa edenlerin kurduğu yeni bir parti olan Hürriyet Partisi Türk siyasi yaşamına dahil oldu.
CHP tarafında ise Laiklik ve Devletçilik ilkelerinin halk tarafından benimsenmediğinden terk edilmesi söylemleri gündeme geliyordu. Tüm bunlara karşın 1955’deki Kıbrıs meselesiyle hükümet ile iktidarın söylemsel olarak bir araya geldiği görülüyor.
1957 Seçimler yaklaşırken muhalefet partilerinin işbirliği yapmalarının imkansızlaşması ve DP’nin hububat alış fiyatlarını % 40-50 zamla açıklaması iktidarın yolunu bir kez daha açtı. Diğer tarafa anti demokratik uygulamaların artması neticesinde kurduğu partiyi tanıyamadığını söyleyen Fuat Köprülü de partiden istifa etti. Aynı yıl Hürriyet Partisi’ne katıldı.
6-7 Eylül Olayları
Bu dönemin önemli olaylardan biri de 6-7 Eylül 1955’de yaşanan olaylarıdır. Kıbrıs Türkiye’dir Derneğinin İstanbul Rumlarının Kıbrıs Rumlarına ve Enosis çetelerine para gönderdiği iddiaları ve Selanik’teki Atatürk’ün evine bir bomba atıldığı söylentisi geniş halk kitlelerinin ayaklanmasına neden oldu. Ordu birliklerinin müdahalesiyle bastırılan olaylar sonucunda, sıkıyönetim ilân edilmişse de, Türkiye’nin dış politikada aldığı yara büyük olmuştur. Gerçekleşen yağma ve tahribat neticesinde İstanbul Rumlarının büyük kısmı Yunanistan’a göç etti. Giden Rumların ticarette yaratmış olduğu boşluğu Türkler doldurmaya başlamıştır. Bu bağlamda olayların Varlık Vergisi ile başlayan organize Türkleştirme projesinin bir parçası olduğu iddia edilmiştir. Olayların gerçek sebebi ve nasıl organize edildiği hiçbir zaman tam olarak aydınlatılamamıştır. Olayla ilgili farklı zamanlarda yapılan iki yargılamada farklı sonuçlar alınması bir hayli şaşırtıcıdır.
1957 ve 1960 Dönemi
DP-CHP gerginliğinin artması yüzünden seçimler bir yıl önceye alınarak 1957’de yapılmış DP seçimleri kazanmışsa da, oylarında belirli bir düşüş yaşanmıştır. Siyasal ortamın da giderek gerginleşmesi hükümeti tedbir almaya itmiştir. Bu bağlamda seçimlerde muhalefeti destekleyen memurlara karşı bir tutum alındığı gibi daha şiddetli bir basın uygulamalarına geçildi. Bunlardan daha da etkilisi İç tüzüğü değiştirerek muhalefetin etkinliğinin engellenmesi oldu. İstanbul Üniversitesi öğreti üyesi Hüseyin Nail Kubalı düzenlemenin anayasaya aykırı olduğunu beyan etmesiyle MEB ile hocalar arsında gerginlik başladı.
Demokratik rejimlerde muhalefetin varlığı iktidara otokontrol sağlaması açısından önemli görülür. Ancak bu dönemde Türk siyasetinde muhalefetin söylemleri iktidara bir suikast gibi algılanmaktaydı.
1957’den sonra ordu içinde yavaş yavaş iktidara yönelik kıpırdanmalar söz konusu olmaya başladı. İlk olarak 9 Subayın komplo iddiası olmuştur. Hükümete karşı bir komplo hazırladıkları iddiasıyla gözaltına alındı. Ancak 9 Subay Olayı ordu içindeki dayanışma sayesinde hiçbir netice vermedi. Soruşturmadan bir şey çıkmayınca olayın ihbarcısı cezalandırıldı. Ayrıca savunma bakanı değiştirildiği gibi yüksek rütbeli subayların da görev yerlerinde değişiklikler yapıldı ve olay kapatıldı İhbarın doğru olduğu ancak daha sonra anlaşılacaktır.
Diğer taraftan bu dönemde iktisadi sorunlar da hat safhaya ulaşmıştı. Savaş koşullarında uygulanan Milli Koruma Kanunu yeniden uygulanması ve doların 2.80’den 9 liraya yükselmesi ekonomik durumu bize çok güzel ifade etmektedir. Öyle ki Türkiye hayat pahalılığında Brezilya’dan sonra ikinci görünüyordu. Bu durama büyük oranda hükümetin sanayinin içinde bulunmadığı bir ekonomik kalkınma planıyla iktisadi başarının yakalanacağına inanmaları neden olmuştu.
1958’de Irak’ta bir askerî darbe ile ordunun yönetime el koyması Menderes iktidarını kuşkuya kapılmaya itmiş ve DP potansiyel bir tehlike olarak gördüğü CHP üzerindeki baskılarını artırmıştır. Öte yandan Irak’taki İhtilalin yansımaları sonucu İnönü ise devlet adamlığına yakışır söylemde birlik çağrısı yapmıştır.
DP’nin iktidarının son yıllarında CHP ile amansız bir çekişme içine girdi. İnönü parti toplantıları için gittiği çeşitli illerde polis engellenmesiyle karşılaşmaktaydı. Bu tür sıkıntılar tüm Ege gezisi sırasında devam etti. Gerginlikler İstanbul’da da görüldü ve burada İnönü’ye bir saldırı söz konusu oldu. Ülke, hükümet-iktidar bağlamında ciddi bir gerilemeye sürükleniyordu. İktidar karşısındaki tüm muhalefete karşı oldukça saldırgandı. 1960’yılı karşılıklı suçlama ve gerginliğin hat safhaya çıktığı bir dönem oldu. Muhalefet seçimlerin yıl içinde yapılıp yapılmayacağını açıklanmasını isterken Amerika ile askeri ilişkileri görülen hükümetin bu sıralarda Rusya ile de ticari ilişkileri geliştirmeye çalışması dikkat çekiyordu. Seçimlerin sonbaharda yapılacağının açıklanmasından sonra muhalefet liderlerinin yurt içi gezilerinin engellenmesi üzerine İnönü iki önemli söylemde bulundu:
“Böyle devam ederseniz sizi ben bile kurtaramam”
“Şartlar tamam olduğu zaman ihtilal millet için bir haktır”
Askerlikten gelme bir siyasetçi olarak İnönü’nün çok iyi bildiği asker psikolojisini değerlendirmesi dikkate alınmadı iktidarın tavrı değişmedi. DP Meclis grubu muhalefeti halk ve askeri ayaklanma için kışkırtmak yıkıcı ve bölücü grupları desteklemekle suçlamaktaydı.
İşte bu faaliyetleri soruşturmak için bir komisyon kurulması DP iktidarının sonunu hazırlayan gelişme oldu. Söz konusu komisyon yüksek yetkilerle donatılarak Tahkikat Komisyonu adıyla 18 Ocak 1960’da kuruldu. Soruşturmalar neticelene kadar her türlü siyasi toplantı durduruldu. Meclis görüşmelerinin ve önergelerinin basında yayınlanmamasına karar verildi. Meclis içi ve dışı tüm muhalefeti her türlü siyasî faaliyetten uzaklaştırmayı hedefleyen bu komisyon, sorunları çözemediği gibi, darbeye giden yolda son dönemeç oldu. Üniversite öğrencilerinin sokağa dökülmeye başladı. Muhalefet ve anayasa profesörleri de bu komisyonun anayasaya aykırı olduğunu beyan ediyordu. Menderes ise memleketin selamet ve asayişi için devlete karşı gelmenin ne demek olunduğunu gösterme niyetinde olup muhalefetin faaliyetleri seçimsiz iktidara gelme çabaları olarak yorumlamaktaydı.
Bu sertleşen siyasi ortamda cumhurbaşkanın tutumumda yumuşatıcı olmaması ve 27 Mayıstan önce Menderes’in istifalarını engellemesi oldukça dikkat çekiciydi. Olayların çoğalması üzerine 29 Nisan’da üniversiteler bir ay süre ile tatil edildiği gibi umuma açık yerlerde spor müsabakaları dahi yasaklandı. Bu dönemde Menderes’in Gatwick uçak kazasından tek kurtulan olması hasebiyle ilahi bir güç tarafından korunduğu algısı ortaya çıkmıştır. Bu kaza siyasi gerilimi kısa bir süre de olsa arka plana itmiştir.
Diğer taraftan DP iktidarı karşısında muhalefetin basın ve üniversiteler tarafından desteklendiği malumdur. Ancak DP iktidarından en çok rahatsız olan kurum ordu olmuştur. İktidarın tutumu karşısında ordu, gerekirse müdahale edebilecekleri haberini İnönü’ye ulaştırınca millî iradeye saygı gösterilmesi gerektiğini söyleyerek reddetmiştir.
Mayıs ayına girildiğinde ise artık askeri darbenin belirtileri açık açık gözüküyordu. 3 Mayıs 1960’ta Cemal Gürsel iktidara darben önce son uyarıyı yapmıştır. Aslıda siyasi anlamda askerin söz söylemesi demokrasi normlarına aykırı olsa da son derece yerinde bir uyarı olarak görüldü. Bundan sonra 21 Mayıs’ta Ankara’da Harp Okulu öğrencilerinin yapmış olduğu yürüyüşle verilen mesaj iktidar tarafından anlaşılamamıştı. Eskişehir de ise Menderes çok dramatik bir durumla karşılaştı. Saygı duruşunda hava alanında Menderes’i bekleyen subaylar Menderes’in önlerinden geçtiği an da hepsi birden arkalarını dönmüşlerdir. Bundan sonra hızla arabasına binip konuşma yapacağı yere gittiğindeyse mikrofonunun telleri kesilerek konuşması engellenmiştir.
Darbe planı emir komuta zinciri içinde olmadığı için ilk etapta darbeci alt rütbeli subaylar TSK içinde gerekli hazırlıklar ile başladı. Darbeci subaylar Ragıp Gümüşpala engelini Cemal Gürsel ile çözdüler. 27 Mayıs sabahı başlayan darbeyle pek çok tutuklama yapılmaya başlandı ve Alparslan Türkeş’in radyodan konuşmasıyla darbe ilan edildi. Hareket doğrudan doğruya DP’ye yönelmiş üyeleri gözaltına alınmış dernekleri kapatılmaya başlanmıştı. Menderes’in ise Kütahya yolunda askerler tarafından tutuklanıp Ankara’ya sevk edilmesiyle darbenin ilk kısmı kendi içinde başarılı oldu.
İnönü’nün 27 Mayıs Müdahalesini önceden bilip bilmediği çok tartışılmıştır. Bu konuda iki fikir aktarılmıştır.
Alparslan Türkeş: İnönü bu hazırlıklardan haberdardır ihtilalde etkili rol oynamış bir kısım asker gerek İsmet Paşa’ya gerekse de yanındakilere yakınında irtibatlıdır.
Metin Türker: İsme Paşa’nın bu tertiplerin içinde olmadığından emin olmak birlikte bundan haberdar olduğunu söylemektedir.
10 yıl 3 gün iktidarda kalan DP’nin faaliyetleri 27 Mayıs 1960 tarihinde bütün yöneticilerinin Yassıada’da olduğu bir süreçte partiye kayıtlı bir üyenin açtığı dava sonucunda kongresini zamanında yapmadığı gerekçesiyle hukuki varlığı sona erdirilmiş ve malları hazineye devredilmiştir.
Yassıada duruşmaları hükümetin itibarını düşürmek için Köpek, Bebek ve Vinileks Şirketi davalarıyla başlatılmıştır. Ancak en ciddi ve ceza aldıkları dava Anayasa İhlal davası olmuştur. Başsavcı, Bayar ve Menderes ile Tahkikat Komisyonu üyelerinin idamlarına diğer sanıkların ise 5-15 yıl arasında cezalarına çarptırılması iştenmiş bu dava 11 Ağustos 1961’de sona ermiştir. Sonunda 123 kişiye beraat, 31 kişiye ömür boyu hapis, 8 kişiye hafif cezalar ve 15 kişiye de ölüm cezası verildi. Daha sonra MBK cezaları hafifletse de Menderes, Bayar, Polatkan ve Zorlu’nun ölüm cezalarını oy birliğiyle onaylamıştır.
Mahkeme kararını öğrenir öğrenmez dünyanın önde gelen ülkeleri idam cezalarını ertelenmesini iletti ancak bu mesajlar göz önüne alınmadı bunun arkasında bazı gerekçeler bulunmaktaydı. Bir başka neden de mesajların zamanında ilgililere ulaştırılamamış olması olarak gösterildi. Bu konuda W.Hale’e, ordudaki radikal ve aşırı gruplar MBK üzerinde idamların yerine getirilmesi doğrultusunda baskı yapabilecek güçteydi ve gerçekte de buna uymak durumunda kaldıkları görüşünü dile getirmiştir.
Bayar’ın ölüm cezası yaş ve sağlık durumu göze alınarak ömür boyu hapse çevrildi. Fakat diğerleri değişmedi 16 Eylül 1961’de infaz gerçekleştirildi. Türk kamuoyu bu siyasetçilerin idamından memnun olmamış aksine büyük bir üzüntü duymuştur. Daha sonra, 1990’da, Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın cenazeleri bir devlet töreniyle yeniden toprağa verilmiştir.
******************************************
Bundan sonraki konular final sınavına dahildir
*******************************************
Ekonomi Politiğinin Ana Hatları (1960-1971)
1950’lerde tarıma dayanan strateji Türkiye ekonomisine önemli bir dinamizm getirmiş ancak popülist politikalar nedeniyle kısa süre sonra tıkanmıştı. Ekonomide uzun vadeli bir plan ve hesap kitap unutulmuştu. MBK’nın DP’den devraldığı ekonomi iflas etmişti. 10 yıllık enflasyoncu politikalar altın ve döviz rezervlerini fiilen tüketmişti. Dış borç yaklaşık 850 milyon dolardı. Geçen 10 yıl boyunca ticaret dengesi sürekli bozulmuştu. Bu koşulla altında çok az manevra alanı vardı. Askeri rejim DPT kurulmasına karar verdi. Planlama girişimlerinin ardından ardından askerlerin yanı sıra CHP’den bürokrasinin bir bölümünden özellikle Ankara’daki aydınlardan oluşan bir koalisyon vardı. 1963 yılında uygulamaya başlanan I. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda ekonominin rotası iç pazarlara yönelik sanayileşme yönünde çizildi. Planlar kamu sektörü için emredici, özel sektör için yol göstericiydi. Tarım kesimi büyük ölçüde plan dışında kalıyordu. Ancak askeri yönetimin sonra ermesi ve çok partili siyasal hayata dönülmesiyle birlikte askeri yönetimden bir hayli destek alan sert planlamacıların gücü ve etkinlikleri azalmaya başlayacaktır.
1965 seçimleri sonrası AP tek başına iktidara gelince Demirel DPT ile yaşamayı tercih etti. Özel sektörü yönlendiren değil destekleyen bir planlama anlayışı belirlendi. Demirel DPT’nin başına müsteşar olarak Turgut Özal’ı atadı. Artık planlamanın ve ithal ikamesinin yönü Ankara değil İstanbul’daki özel sektörün tercihleri belirleyecekti. İthal İkamesine dayanan sanayileşme politikasının esasını iç tüketimi belli bir büyüklüğe ulaşan sanayi mallarını içerde üretecek sanayi tesislerinin kurulması ve bu sanayilerin yüksek gümrük vergilerini kota ve miktar kısıtlamalarıyla korunması teşkil etmekteydi. Öte yandan II: Dünya Savaşı sonrasında hızlı bir toparlanma ve büyüme süreci yaşan. Batı Avrupa ülkeleri Türkiye’den giderek artan sayıda işçi talep etmeye başlayacaklardı. İşçilerin ailelerine gönderdikleri döviz yanında ülkedeki işsizlik baskını azaltan bir katkı sağlıyordu.
Hızlı Büyüme
Elverişli dünya koşullarının da desteğiyle 1960’lı yıllarda imalat sanayi yılda % 10’a ekonominin tümü % 6’ya varan büyüme hızları yakalandı. 1960’ların ekonomisi ithal ikamesine dayalıydı. Kamu ile özel kesim arasında yeni bir iş bölümü ortaya çıkmaya başladı. Büyük yatırımlar gerektiren demir-çelik, petro-kimya ve diğer ara mallarında ağırlık KİT’lerdeydi. Nitekim Ereğli Demir-çelik ve PETKİM gibi kamu kuruluşları 1960’larda devreye girdi. Buna karşılık tekstil ve gıda sanayinin yanı sıra radyo, buzdolabı, çamaşır makinesi, otomotiv, gibi dayanıklı tüketim mallarında nihai üretim özel sektör tarafından yapılmaya başlandı. Yerli üretim payı zaman içinde artmaya, Koç, Sabancı gibi iç pazarlara yönelen büyü holdinglere bağlı sanayi kuruluşlarının yıldızları da 1960’larda parlamaya başladı
Dengesiz Kalkınma
Tarımı ıslah etmeden dengeli ekonomik büyümeyi gerçekleştirmek fiilen olanaksızdı. 1960’ların ekonomik düşümü bazı önemli toplumsal, ekonomik ve siyasal sorunlar yarattı. Bu sorunların ana nedeni hükümetin özel sektörü başıboş bırakarak ekonomi üzerindeki sınırlamaların birçoğundan fiilen vazgeçmesiydi. Dünya ekonomisinde 1960’lardaki olumlu eğilimler ve artan refah 1970’lerde yerini istikrarsızlığa ve bunalıma terk etti. Türkiye 1963-1977 döneminde büyüme ve sanayileşme sağlamıştır. 1978-1983 yıllarını kapsana Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı uygulamada başarılı olmamıştır. Türkiye ekonomisi 1978’den itibaren gerileme sürecine girmiştir. Devlet yönetiminin etkinliğini kaybetmesi sonucunda finansman açıkları giderek büyümüştür. Bu açıklamaların TC Merkez Bankası kaynaklarından finanse edilmesi ekonomide ciddi enflasyon baskıları yaratmıştır. 1976 yılında % 15 olan enflasyon oranı 1978’de %53’e, % 1979’da %81’e, 1980’de %107’ye yükselmiştir. İthal ikamesine dayalı olarak gelişen sanayi malları ihracatında bir gelişme olmadı. Türk ekonomisinde dövüz darboğazı ortaya çıktı.
Darbenin Ardından, Milli Birlik Komitesi ve Dönemi (1960-1965)
Özgürleştirme ve demokrasi söylemiyle hareket etmesi ve Totaliterlerime siyasetini tasfiye etmesi sebebiyle 60 darbesinin argümanı çok farklıdır. Bu nedenle 1960’da yaşananlara darbe değil ihtilal diyen çok kişi olmuştur. Ancak demokratik sonuçları ne olursa olsun Türkiye’de askeri darbe geleneğini başlatan olay olmuştu
MBK, Türkiye’yi siyasi partilerin soktukları kaos ortamından kurtarmak amacıyla gerçekleştirdikleri 27 Mayıs hareketi ile ismi duyulan, idealist oldukları vurgulanan bir takım TSK mensubu kişilerden oluşan komitedir. Girişimlerinin başarıya ulaşmasından sonra Kara, Hava, Deniz ve Jandarma kuvvetlerinin temsil edildiği, rütbeleri ne olursa olsun üyelerin eşit kabul edildiği 38 kişiden oluşan bir heyet olarak yeniden düzenlendi. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere DP liderlerini tutuklayan Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’u ve bazı generalleri pasifize etmeyi başaran eylemciler Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel’i MBK başına geçirdi.
Diğer taraftan hareketin, fiili lideri Cemal Madanoğlu’nun çağrısı üzerine toplanan bilim adamları, müdahaleyi başarıyla sonuçlandırmış olan ordu mensuplarına iki önemli tavsiyede bulundular. Bu tavsiyeler, Cumhurbaşkanı, Başbakan, TBBM Başkanı, Bakanlar ve Milletvekillerinin derhal tutuklaması ve gerekli anayasal düzen kuruluncaya kadar ülke yönetimine silahlı kuvvetler adına bir heyetçe el konulması gerektiğini içermekteydi.
Hareketin başına geçen Cemal Gürsel’de bu arada Ankara’ya ulaştı. Başkanlığının ilk toplantısında iç ve dış politikaya dair önemli kararlar aldı. Bunlar mali ve ekonomik durumun düzeltilmesi, insanlar üzerinde parti ayrımı yapılmaması, parti faaliyetlerinin yasaklanması, dış politikada barışın esas olduğu kabul edilmesi ve DP hükümeti tarafından alınan tüm kararların yürürlükte tutulması oldu.
Gürsel MBK başkanlığından sonra Hükümet Başkanlığı ve Milli Savunma Başkanlığını üzerine aldı. Gürsel, idareye el koymanın amacının Türkiye’de demokrasinin yeniden ortaya çıkarılması olduğunu iddia ediyordu. Hükümetlerin, eskiden olduğu gibi, ekonomide ve siyasette sadece oy kazanmak için hareket etmesini Anayasa’ya koyacağı maddelerler engellemek niyetindendi. Yeni kabine oluşturuldu, Menderes’in son günlerinde kapattığı üniversiteler yeniden açılmaya başlandı. Basın yasağı kaldırıldı. İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar başkanlığındaki komisyonun yeni anayasayı hazırlayacağı belirlendi. MBK Hükümeti’nin aldığı bu kararlarla ülke içindeki durum normale çevrilmeye çalışıldı. Ayrıca önemli olarak artık toplumda ayrıcalıklı bir sınıf kalmaması hedeflendi. Bu doğrultuda büyük toprak sahiplerinden vergi alınası ve toprak reformunun yapılması için girişimlerde bulunuldu.
Tüm bunlar gerçekleşirken MBK kendi içinde ılımlılar ve radikaller olarak gruplara ayrıldı. Anayasanın oluşturulmasından sonra görevi sivillere terk etmeyi amaçlayan ılımlı Cemal Gürsel ve ekibine karşı, yapısal reformların gerçekleştirmeden seçimlere gitmenin iktidarı CHP’ye vermekle eş değer olduğunu düşünen ve bu nedenle köklü değişikliklerin ancak askeri idareler tarafından yapılabileceğini bu nedenle de mevcut durumun devamını savunan radikal, Türkeş grubu vardı. Bu durum uzun sürmedi ve Alparslan Türkeş ve 13 arkadaşı emekli edilerek yurtdışı görevlere gönderildi.
Yeni Anayasa’nın Kabulü ve Oluşturduğu Kanunlar
1961 Anayasasının taslağı bitirildikten sonra MBK, Yeni Anayasa’yı oluşturmak için “Kurucu Meclis Teşkili Hakkındaki” yasayı kabul etti. Kurucu Meclis üyelerin toplumun farklı kesimlerinden seçilerek temsil niteliği geniş tutulmaya çalışıldı. Bu doğrultuda MBK üyeleri, meclisteki muhalefet partisi temsilcileri, barolar, basın, ticaret odaları, sendikalar, üniversiteler ve gençlik kuruluşları gibi çeşitli kuruluşların temsilcilerinden seçildi. 272 üyeden oluşan Kurucu Meclis’in görevi Anayasayı oylamaya sunmaktı. Nihayetinde Meclis 6 Ocak 1961’de faaliyete geçti. Meclis’in 27 Mayıs 1961’de yani müdahaleden tam bir yıl sonra, alkışlar arasında kabul ettiği Anayasa, 9 Temmuz 1961’de halkoyuna sunuldu tüm propagandaya rağmen % 60 evet % 39 hayır oyu çıktı.
1961 Anayasası ile ön plana çıkan değişiklikler şu şekilde:
- Milli Güvenlik Kurulu.
- Genelkurmay Başkanlığı yeni özel konumu, doğrudan Başbakanlığa bağlandı.
- Senato, Cumhuriyet değerlerini korumakla göreli “Okumuşlar Meclisi”.
- Tabii Senatörlük Kurumu, 1960 darbesini yapan (tasfiye edilen 14’ler hariç ) fiilen MBK görev yapmış bulunan üyelere ve eski cumhurbaşkanlarına ölünceye kadar Tabii Senatörlük hakkı tanındı.
- Kontenjan Senatörlüğü, yeni anayasa Cumhurbaşkanına 6 yıl arayla 15 senatör seçme hakkı tanıdı böylece seçkin kişilerin parlamentoya girmesi hedeflendi,
- Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasa ile anayasada bulunan temek hak ve özgürlüklerin koruması amacıyla oluşturulan Anayasa Mahkemesi parlamentoda kabul edilen yasaların anayasaya uygunluğunu denetleme göreviyle donatıldı.
- Askeri Yargı, 1961 Anayasası ile daha önceki anayasada düzenlenmeyen askeri yargılama konusu özel olarak ele aldı. Bu çerçevede asker kişilere ilişkin ikinci bir hukuk dairesi yaratıldı,
- Diyanet İşleri Başkanlığı, 1961 anayasasıyla Diyanet İşleri Başkanlığı Anayasal bir kurum haline getirilmiş ve Anayasaca koruma altına alındı.
Sonuç olarak 1961 Anayasası, Cumhuriyet tarihinde kişi hak ve özgürlükleri bakımından kişilere geniş yetkiler tanınan anayasa olarak bilinir. Ancak kişilerin bu yetkileri kötüye kullandığını ve 70’lerde görülecek terör eylemlerinin temelini oluşturdu ifade edilir. Öyle ki 1961 Anayasası’nın Türkiye için bir lüks olduğu söylenmiştir.
Çok Partili Siyasi Hayata Dönüş
Darbe sonrasında çok partili yaşama yeniden dönüş bütün kesimler tarafından istekle karşılanmadı özellikle ordudaki belli bir kesim bu konuda dikkatimizi çeker. Gelişmelerden memnun olmayan ordu içindeki bir grup 21 Ekim 1961 Protokolü’nü hazırladı. Fakat Cumhurbaşkanı ve Başbakanın kararlı tavrı onları durdurmuştu. Olağan demokratik hayata giden engebeli yol olarak ifade edilen bu dönem Kurucu Meclis’in 12 Ocakta parti faaliyetlerine izin vermesiyle başladı. İznin ardından Türk siyasi hayatına yeni partiler katılmaya başladı. Ragıp Gümüşpala başkanlığında Adalet Partisi, Ekrem Alican başkanlığında Yeni Türkiye Partisi, Kemal Türker ve Rıza Kuas önderliğinde Türkiye İşçi Partisi kuruldu.
Seçim propagandası döneminde CHP Halkçılık ilkesini programının merkezine koydu. AP ise eski DP’nin devam olduğunu ima ediyordu. Bu durumun etkisiyle DP’nin mirasını devraldı. Yapılan seçim sonucunda CHP % 36, AP % 34, YTP % 13, CKMP ise oyların % 13’ünü almayı başarabilmişti. Oyların % 62’sini DP’nin tabanını temsil eden AP, YTP ve CKMP alması nedeniyle seçim sonuçları Menderes’in zaferi” olarak yorumlandı. Seçimler sonunda hiçbir parti tek başına iktidar olmayı başaracak oyu alamamıştı. Bu nedenle bu dönem koalisyonlar dönemi olarak Türk Tarihi’ndeki yerini alacaktır. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel en çok oy alan partinin başkanı olarak İsmet İnönü’ye hükümeti kurma görevini verdi. Öte yandan çoğunluk sisteminin uygulandığı senato seçimlerinde ise AP daha düşük oy almasına rağmen bir kat üstünlük sağladı.
Hükümet programında planlı kalkınma, özel teşebbüsün ve yabancı sermayenin desteklenmesi, enflasyon ve işsizlikle mücadele ile toprak reformunun uygulanmasını içermekle beraber dış politikada önceki antlaşmalara sadık kalındığı hususlarını içermekteydi. Bu dönem durumun artık normalleşme yoluna girmesi üzerine sıkıyönetim de kaldırıldı.
Yeni Mecliste ilk sıkıntı Milletvekilli maaşlarını arttırılmak istenmesiyle çıkması ve vatandaşlarında bu duruma sadaka göndermek suretiyle tepki göstermeleri oldukça ilginç bir anekdot olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yeni dönemde AP adeta zorla koalisyona ikna edilmiş görüntüsü sergiliyordu. MGK ise zaman zaman hükümete tavsiyelerde bulunduğu gibi partilere de verdikleri sözlere sadık kalmaları hususunda sık sık hatırlatmalar yapmak zorunda kaldı. Bu dönemde siyasi yasaklılara çıkarılan af hem hükmet içinde hem de ordunun yüksek kademelerinde rahatsızlık yarattı.
Diğer taraftan ordunun radikal subaylarının mevcut duruma karşı duyduğu huzursuzluk hat safhaya ulaştı. Bu durum Ankara Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir’in başarısız darbe girişimiyle kendini gösterdi. Bu girişime karşı ordu hükümete sadık kaldı ve hareketi engellediği ifade edilmektedir. Ancak girişimin başarısız olmasında yatan gerçek Talat Aydemir’in demokrasiye eğiliminde gizlidir.
Ortamın normalleşmesi için iş dünyasından da destek geldi. Son adım ise MBK tarafından görevlerine son verilen öğretim üyelerinin yeniden üniversitelerine dönmeleri oldu. İçeride bunlar olurken dışarda da işler yolunda değildi. Türkiye’nin ortak pazara girmesi başvurusu 12 Temmuz 1961 reddedildi.
İnönü’n İstifasına Giden Süreç
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, başta Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay olmak üzere üst düzey komutanların yerlerini değiştirmek istemesi ve bunu Başbakana rağmen koalisyon ortağıyla gerçekleştirmek istemesi hükümeti uyumunu bozmaya başladı. Talat Aydemir ve arkadaşlarına af getirme çabaları da ortamı iyice gerginleştirdi. 30 Mayıs 1962’de tarihine gelindiğinde İnönü istifa etti. Yeni hükümet AP dışında diğer partilerin katılımıyla kuruldu.
Bu dönemde ordunun artık kendi sahasına çekilmesi hazırlıklarına başlamıştı. Askeri kanat 27 Mayıs ruhu ve milli birliğe karşı çıkanlara karşı tedbir almasını isterken AP’nin Mart ayında Bayar’ın şartlı tahliyesini büyük bir şova dönüştürmesi Meclis’teki diğer partilerin tepkisini çekmişti. Duruma MGK müdahale ederek Bayar’ın hükümet gözetimi altında tutulmasını 27 Mayıs ile ilgili kararların mecliste çabuk bir şekilde çıkarılmasını sağladı. Ortam oldukça gerilmişti ki Aydemir’in ikinci darbe girişimi 20-21 Mayıs 1963’de geldi. Bu İhtiraslı albay bu seferki denemeden sonra affedilmedi ve idam edildi.
17 Kasıda yapılan seçimlerde toplam seçmenin %75 sandığa gitti. Seçim sonuçları üzerine YTP ve CMKP hükümetten çekildi. Yeni bir hükümet arayışı başladı. AP başkanı Ragıp Gümüşpala temasları sonunda hükümet kuramayınca İnönü yeniden devreye girdi. Kıbrıs meselesi alevlenirken hükümetsizlik düşünülemezdi. CHP ve bağımsız milletvekilleri koalisyon kuruldu.
Hükümetin Kıbrıs’taki şiddet olaylarına kayıtsız kalmayacaklarını açıklamasının akabinde Johnson’un Mektubu geldi. Müdahaleye izin verilmeyeceğini bildiren mektubunun ardından ülkede genel bir Amerika karşıtlığı yükselişe geçti. Türkiye’de NATO üyeliği tartışılmaya başlandı. Artık Orta Doğuda oluşmaya başlayan Amerikan karşıtı tutuma Türkiye’de dahil olmuştu.
1965 Seçimleri ve Demirel Dönemi (1965-1969)
AP Kongresinde Süleyman Demirel parti başkanlığa seçildi. Demirel 1965 bütçe görüşmeleri sırasında partisine oy kullandırmayarak hükümetin istifasına neden oldu. Ülkede Artık Demirel için İsmet Paşa’yı deviren adam algısı oluştu. Öte yandan yeni hükümet CHP ve TİP dışında kaldığı partilerin ortaklığı ile Suat Hayri Ürgüplü başkanlığında bir koalisyon ile kuruldu. Hükümetin gizli başbakanı olarak nitelendirilen Demirel bu hükümette başbakan yardımcısı oldu. Esasen hükümetin görevi sonbaharda ülkeyi seçime götürmekti.
Süleyman Demirel’in ana argümanı komünizmle mücadele idi. Sol eğilime karşı çok sert ifadelerle nutuklar veriyordu. Yeterli mahalli teşkilatı alamadığı için TİP’in seçimlere girmesinin uygun olmadığını vurguluyordu. TİP ise Amerika’ya karşı bir kurtuluş savaşı isterken CKMP buna şiddetle karşı karşıydı. Türkeş Türkiye’nin Rusya’nın uydu olmayacağını ifade ediyordu. Ortamın gerginleşmesi üzerine CHP Cumhurbaşkanın müdahalesini istemeye başladı.
Bu arada Kıbrıs sorunu sırasında Türk jetlerinin ihtiyacı olan petrol 1954 tarihli petrol yasası nedeniyle temininde sıkıntı yaşanması kamuoyunda petrolün millileştirilmesi tartışmalarını alevlendirdi.
1965 seçimlerinden AP önemli bir zaferle çıktı. CHP’nin oyları ise tarihindeki en düşük seviyeye çekilmişti. Bu durum ortanın solu söylemin çokta başarılı olmadığı algısını uyandırdı. Nihayetinde oyların çoğunluğunu almayı başaran AP koalisyonlar dönemine son vererek ülkenin kaderini eline aldı. Demirel Hükümeti yeni bir seçim sistemi, basın suçlarının affı, özel sektörün ve yabancı sermayenin desteklenmesi gibi hususların gerçekleştirileceğini taahhüt ederek işe başladı.
Demirel Türkiye’nin Batı dünyası içinde yer alacağını ancak Batı’nın uydusu olmayacağını bildiriyordu. Ayrıca Menderes’in yaptığı hatayı yapmadı ve subaylara yüksek maaş ve lojman tahsiline yönelik yasa tasarısını Meclis’e getirerek ordu ile ilişkilerini iyi tuttu. Bu dönem ekonomik olarak büyük projelerin başladığı dönem oldu.
Bu dönemde Cemal Gürsel’in iyileşmeyecek kadar hastalığının ilerlemesi üzerine Cevdet Sunay Cumhurbaşkanı seçildi.
CHP içinde ise sol kesim gücünü arttırmış Bülent Ecevit Genel Sekreterliğe seçilmişti. Ecevit Orta’nın Solu kitabını da bu dönemde yayımlamıştı. Ecevit, kendilerinin ortanın soluna gelerek aşırı sola duvar çektiklerini, AP’nin de ortanın sağına gelip aşırı sağa duvar çekerse demokrasinin sürekli yaşayacağı bir zemin yaratmış olacağını savunuyordu. Diğer taraftan CHP içinde İnönü ve Ecevit ikilisine karşı etkili olamayan Turhan Feyzioğlu ve arkadaşları partiden ayrılıp Güven Partisi’ni kurdu. Ortanın Solu kavramının ülkeyi komünizme sürüklediğini kendilerinin bununla savaşacaklarını iddia ediyorlardı.
Partilerin karşılıklı suçlamaları ülkeyi gerdikçe geriyordu. Meclis fikirlerin tartışıldığı bir yer olmaktan çok adam dövmenin yaygın uygulandığı bir yer haline geliyordu. Tüm bu tartışmalar sürerken 31 Ocak 1968’de politikaların kullanımı konusunda paylaşamayacakları ve yayınlarının siyasi yönü için daima karşı tenkitlerde bulunacakları bir iletişim aracı Ankara Televizyonu yayını başladı.
Tartışmalar arasında hükümetin seçim sisteminden milli bakiye sistemini kaldırarak küçük partilerin meclise girmesinin zorlaştıran d’hondt sistemine geçiş yapıldı. Bu durum haliyle küçük partilerin tepki göstermesine neden oldu.
Diğer taraftan Türkiye’de gençlik hızla politize olma yolundaydı. Memleket gençleri meseleleri tartışmakla kalmayıp şiddete başvurmaya başlamışlardı. Sağ-sol kavgalarını çıkmasıyla ülke artık dönüşü olmayan bir yola girdi.
Ortanın Solu
Ortanın Solu, dönemin getirdiği yeni şartlar doğrultusunda CHP’nin yeni bir kimlik arayışıydı. İnönü, Ortan Solu düşüncesi aşırı kanatlarla Hak Partisi’nin farkını belirtmek için 1965 seçimlerinden hemen önce uygulama konduğu ifade etmiştir. Ancak bu süreç 1972’de onun partiden ayrılmasının nedeni olacaktır. Düşüncenin kuramcısı esasen Bülent Ecevit’tir. Ecevit ile birlikte 1968’den sonra parti içinde bir dönüşüm başlamıştır.
Türkçü Hareket
Yeni bir kimlik arayışı içine giren sadece CHP değildi. 1965’te Alparslan Türkeş liderliğe gelmesiyle başlayan süreç 1969’da CKMP’nin MHP adını alıp Türkçülük akımının siyasal gücü konumuna yükselesiyle devam etti. Bu değişim doğrultusunda “Dokuz Işık” ve “ Ülkücü Yol” doktrinleri yayımladı.
Öğrenci Olayları Nasıl Gelişti?
AÜDTCF ile başlayıp diğer fakültelere yayılan öğrenci boykotu başlangıçta tamamen eğitim sistemi ve mezuniyet sonrasında karşılaşılan sıkıntılarla ilgiliydi. Eğitim sisteminde reform isteyen öğrenciler okulu bitirdikten sonra iş bulamamaktan yakınıyordu. Mesele üniversitelerin meselesi olarak görülüyordu. Ancak Ankara ilahiyat Fakültesinden bir öğrencinin baş örtüsü ile okula girmesine engel olununca AÜ İlahiyat Fakültesi öğrencileri boykota başlayarak bir ilk oluşturdular. Okul yöneticilerinden gelen açıklamalara rağmen eylem engellenemedi. Meclis önündeki eylemlerde bir öğrencinin polis müdahalesi sırasında hayatını kaybetmesi ardından CKMP’nin partili gençleri her bakımdan dinamik ve son derece etkili yetiştireceğini söylemleri sonradan sağ-sol çatışmasının temelini oluşturdu. 6. Filonun protestosu sırasında, 24 Temmuzda Cağaloğlu’nda yeni gösteriler oldu. Toplum polisi göstericilere sert müdahale bulundu. Çatışmalar şimdilik sol görüşlü öğrencilerle polis arasında oluyordu. İzmir’de bir bomba patladı Amerikan haber merkezi ve Komünizmle mücadele Derneğine bomba atıldı. Kışkırtıcı eylemler ortaya çıkıyordu. Millet Partisi İzmir olaylarının bir ihtar olduğunu komünizme karşı tedbir alınasını gerektiği çağrısı yaptı. Eylemcilerin niteliği masum öğrenci gösterisi olmaktan çıkmıştı. İÜ öğrencilerinin Rektörlüğü işgali süresiz üniversitesinin kapatılmasına yol açtı. Amerikan büyükelçisinin arabası ODTÜ ziyareti sırasın yakılmıştı okul tatil edildi. İnönü Türkeş’in partili gençleri komando gibi yetiştirmesini kınarken Eski başbakan Hüseyin Hayri Ürgüplü bütün partileri katılımıyla memleketin kritik durumunu görüşmek üzere bir araya gelmeye davet etti. Demokrasi tehlikedeydi. Bu arada sol görüşlü öğrenciler Amerikan binalarında bomba patlatmaya ve temsilcileri aleyhine gösteriler yapmaya devam ediyordu. CKMP genel kongresinde partinin adı MHP’ye çevrildi. Alparslan Türkeş yeniden genel başkan seçildi. Hükümet millet bütünlüğünü tehlikeye düşürecek yayın yapan, sınıf mücadelesini öne çıkarıp ayrımcılık yapanlara 1-5 yıl hapis cezasını öngören yasa tasarısını meclise sunmuştur. Bu arada Taksim’deki çatışmalarında 2 genç ölüş yüzlerce kişi yaralanmış. Polis müdahale etmemişti. 17 Mart’ta İ.Ü gençleri Molotof kokteyli ve tabancalar kullanarak çatıştılar. İktidar muhalefet ilişkileri gergindi.
1969 Seçimleri
12 Ekim 1969 seçimleri halkın katılımı bakımından aşağı doğru giden trendin hızlandığını gösterdi. Mevcut seçmenin % 64’ü oy kullanmıştı. Partilerin oy oranlarında fazla bir değişiklik olmamış ancak sandalye sayısı bakımından yeni sistemin etkileri iktidarı daha güçlü hale getirmiştir. Seçim sonunda parti yöntemlerinde değişiklik olmazken ekonomik durumun biraz daha kötüye gideceği beklentisi vardı.
Muhtıraya Uzanan Gelişmeler
Bu dönem partiler arası ilişkilerin sertleşmesi yanında parti içi hareketlenmelerin yoğunlaştığı ve öğrenci olaylarının şiddetini arttırdığı bir dönem olarak göze çarpmaktadır.
Hükümet 9 Ağustos’ta TL’nin % 66 oranında değer kaybettiğini ilan etti. Pek çok temel ihtiyaç maddesi aynı oranda pahalanmış oluyordu. Hükümetin dışarıdan kredi bulmasını kolaylaştırdığı anlaşılan bu uygulama iç çevrelerden tepki aldı. Hükümet kurduğu özel bir komisyondan izin alınmadıkça hiçbir malın fiyatının arttırılamayacağını bildirse de fiiliyata pek bir etkisi görülmedi. 12-23 Kasım 1970’de imzalanan bir protokol ile Türkiye’nin Ortak Pazara tam üyeliği 22 yıllık bir geçiş dönemine bağlanarak Batı’ya enteğre olma beklentisi neredeyse bilinmez bir akıbete bırakıldı. Tüm bu karışıklıkların arasında 20 Şubat 1970’de Boğaz Köprüsü’nün temelleri atıldı.
TİP içinde liderlik kavgaları hazırlanmış ancak Aybar yerini korumayı başarmıştı. Türk siyasi hayatının renkli simalarından biri olacak Necmeddin Erbakan, 26 Ocak 1970’de kuracağı Milli Nizam Partisi’nin ön hazırlıklarını yapıyordu. Demirel’in kardeşlerinin usulsüz kredi aldıkları iddiası güvenoyu ala Demirel Hükümeti’nin durumunu zorlaştırdı.
Gençler arasındaki çatışmalarda ciddi yaralanmalar oluyordu. Ankara Hukuk Fakültesi’nden bir sol görüşlü öğrencinin öldürülmesi gerginliği biraz daha tırmandırdı. Bu ortamda bazı üniversiteler ve öğrenci derneklerini kapatılmaya başlandı. Basın olayların önlenememesi durumunda ordunun müdahale edebileceğini yazıyordu. İstanbul’da sağ-sol çatışmaları, çatışmalarda ölenlerin cenaze törenleri yeni olaylara zemin hazırlıyordu. Senato üyeleri siyasi krizlerin rejimi tehlikeye soktuğu uyarılarında sesleri yükselmeye başladı. Tv’de son gelişmeleri değerlendiren liderler ise sadece birbirini suçluyordu.
Bu arada ordunun sesi yükseliyordu Hava Kuvvetleri Komutanı ülke sorunlarından duydukları rahatsızlığı bir mektupla Başbakana iletti. Hükümetin pek önem vermediği bu gelişmeden sonra Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın Başbakan’a hitaben askerin sık sık olaylara karıştırılmaması, halk ile karşı karşıya getirilmemesini isteyen mektubu basında yer aldı.
Silahlı kuvvetlerin her kademesinde rahatsızlıkların son raddeye geldiğini belirten HKK Muhsin Batur’un Cumhurbaşkanı Sunay’a 24 Aralık’ta bir muhtıra tedbir alınması, istenmesi hükümet tarafından büyütülmek istenmedi. 12 Şubat’ta toplanan komutanlar MGK yapısının genişletilerek katılımın arttırılmasını ve kurucu meclis yetkilerinin verilmesini istediler.
Ordunun anarşinin engellenmesi taleplerini Cumhurbaşkanı da bayram mesajında yineledi. Aslında her kesim durumdan rahatsızdı. Başbakan ise sıkıyönetim ilan edilmeyeceğini ordunun demokrasiye bağlı olduğunu bildiriyordu. 1954 sonrası gelişmeler 27 Mayıs’ı, 65 sonrası gelişmeler ise 12 Mart’ı doğurdu.
12 Mart Muhtırası
Muhtıra, adından da anlaşılacağı üzere uyarı anlamına gelmektedir. 12 Mart 1971 saat 9.30’da Genelkurmay’da toplanan Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve Kuvvet Komutanlarının hazırladıkları metnin 13.30’da radyoda okunmasıyla başlayan süreç Faruk Gürlerin cumhurbaşkanlığı seçiminde saf dışı bırakılmasıyla sona ermiştir.
Muhtıra’da Parlamento ve Hükümetin tutum görüş ve icraatlarıyla yurdun anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokulduğunu tespiti yapılıyordu. Kamuoyunun Atatürk’ün hedef gösterdiği uygarlık seviyesine ulaşma ümidini kaybettiğini, Anayasa’nın öngördüğü reformları yapmayarak TC geleceğini ağır bir tehlikeye düşürüldüğü ifade edilmekteydi.
TSK, ülkeyi içinde bulunduğu olumsuz koşullardan kurtarmak için partiler üstü bir anlayışı çözüm olarak öngörüyordu. Eğer bu isteği yerine getirilmezse ise kanunların kendisine vermiş olduğu TC’yi korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi eline alacağını vurgulamaktaydı.
Sonuç itibariyle 27 Mayıs sonrası ortaya çıkarılan anayasal ortamın da etkisi olmakla beraber, parlamento ve hükümetin tutum ve icraatlarıyla ülkeyi anarşiye, kardeş kavgasına ve sosyal ve ekonomik huzursuzluklara sürüklediği öne sürüldü. Ülkedeki koşulların normalleştirilmesi ve reformların uygulanası için bir teknokratları hükümetinin kurulması isteniyordu[1]. Muhtıranın hangi yönden kime verildiği ise çok tartışıldı. Muhtıradan hemen sonra General Gürler, Demirel’e telefon edip “Bunu size karşı yapmadık, Süleyman Bey” diyerek teskin ettiği söylenir. Nihayetinde Başbakan Demirel istifasını vermek zorunda kalmıştır. Bundan sonraki devre Türk siyasi hayatında yeni bir dönemi işaret edecektir. Ayrıca 12 Mart’ın hükümeti devirip reformları uygulamak isteyen, 9\10 Mart gecesi müdahaleye hazırlanan askeri radikalleri engelleme görevi yaptığı da ortaya çıkmıştır. 17 Mart’ta 1 Amiral, 5 General, 35 Albay’ın emekliye sevk edilmesi tesadüf değildir.
Nihat Erim Hükümeti
Demirel istifa ettikten sonra mevcut sorunların çözümü için öngörülen teknokratlar hükümetinin[2] kurulması için çalışmalar başladı. CHP, AP, Demokratik Parti ve Güven Partisi gibi siyasette yer alan partilerin yanı sıra senatodaki Milli Birlik Grubunun kabul edeceği bir başbakan aranmaya başlanmıştı. Bu doğrultuda Nihat Erim’e hükümet kurma görevi verildi. Öte yandan İnönü, partiler üstü bir hükümet teklifiyle karşılaşınca üstelik hükümet başkanı da kendi partisinden olunca ilk demeçlerinin aksine yeni duruma destek verdi.
27 Mart’ta Nihat Erim başbakanlığında Ap 5, CHP 3, GP 1 ve partiler dışında 14 bakanla hükümet oluşturuldu. Partiler dışından gelen bakanların teknokrat özellikleri Başbakana bir beyin takımı oluşturduğu iddiasını doğurdu. Esasen Erim’in bu kabinesi ulusal bir hükümet olmaktan çok, çelişkili ve birlikten yoksun bir kabineydi.
Erim hükümetinin ilk işi güvenliği sağlamaya çalışmak oldu. Şehir gerillaları isimli ekibe karşı tedbirler alındı, 11 ilde sıkı yöneyim ilan edildi. Meclis dışında siyasi faaliyetler durma noktasına geldi. Siyasi gençlik örgütleri kapatılırken sendika toplantıları yasaklandı. Aşırı uç propaganda yapan dergiler kapatıldı. Grev yasağı getirildi. Hükümetin tavrına karşı yasa dışı oluşumlar cevapsız kalmadı, 17 Mayıs 1971’de İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Ephraim Elrom’un kaçırılması devletin prestijine ağır darbe vurdu. Hükümetin tehditlerine rağmen Mahir Çayan ve ekibi tarafından vurularak öldürüldü. Temmuz 1971 tarihinde TİP bölücülük yaptığı iddiasıyla kapatıldı.
Erim, Türk anayasasının bazı Avrupalı ülkelerin anayasalarından daha ilerici olduğunu bu nedenle 27 Mayıs’ın getirdiği özgürlükleri kısıtlamak gerektiğini savunuyordu. Ecevit ise buna cevap olarak Avrupa’daki hak ve özgürlüklerin Türkiye’dekinden daha derin köklere sahip olduğunu bu nedenle garanti edilmesi gerekmediğini Türkiye’de ise özgürlükler yeni ve kök salmamış olması nedeniyle anayasanın bunları güvenceye alıp koruması gerektiğini söylüyordu.
Erim, seçimle gelmediklerinden siyasi beklentiler içinde olmadıklarını dolayısıyla gerekenleri yapacaklarının iddiasındaydı. 1970 devalüasyonunu dış baskılardan kaynaklanmış gereksiz bir uygulama olarak eleştiriyordu. Erim’e göre askeri müdahalenin temelinde yüksek enflasyona bağlı ekonomik sıkıntılar vardı. Bu doğrultuda hedefi sosyo-ekonomik reformları gerçekleştirmekti. Toprak vergi reformunu yapmalı, tarımsal serveti vergilendirmeli, Ağır sanayi kurulmalı ve özel sektörü teşvikten vazgeçilmeliydi. Ancak komuta heyetinin tam desteğini açıkladığı Erim hükümetinin reform politikalarına Türkiye Odalar Birliği Başkanı Raif Önger başta olmak üzere büyük toprak sahipleri büyük tepki gösterdi. AP koalisyondaki bakanlarını çekerek hükümeti yıkmakla tehdit etti. Genelkurmayın verdiği tavizlerden sonra Demirel’in bakanları istifadan vazgeçti.
Son olarak Demirel’in Mesut Erez’i başbakan yardımcılığına ataması reform yanlıları için bardağı taşıran damla oldu. Sonuç itibariyle Genelkurmay karargahında yapılan hesapların parlamentoya uymadığı çok geçmeden anlaşıldı. Erim, Reformcu ve antireformistlerin arasını bulamayınca Birinci Erim Hükümeti’nin 11’ler diye anılan teknokratları girdikleri yoldan hüsranla ayrılmak zorunda kaldı. Reformcu milletvekillerinin hoşnutsuzluğu ve verilen ödünler 4 Aralık 1971’de 11 teknokrat bakanla Erim’in istifasını getirdi.
II.Erim Hükümeti ve Geçiş Dönemi Olayları
Bir hafta sonra ikinci kabinesini kuran Erim hükümeti renksiz bürokratlardan oluşuyordu. bu sefer meclisteki geleneksel düşünce sahiplerini rahatsız eden esasları programından çıkartmıştı. Reform taraftarları ve teknokratların olmadığı kabine iş çevrelerinin tam desteğini almış göründü. Ancak tüm çabalarına rağmen Demirel’ın gönlünü alamamıştı ve ülkede asayişi tam sağlayamamıştı. Bundan sonra Cumhurbaşkanı Sunay’ın reformlar gerçekleştirilinceye kadar siyasi tartışmaların durdurulması ve hükümetin kararnamelerle ülkeyi yönetme hakkı verilmesini isteyen mektubuna tüm partiler karşı çıktı. Bundan sonra yaşanan gelişmeler üzerine Erim 17 Nisan 1972’de istifa etmek zorunda kaldı. Bundan sonra Savunma Bakanı Ferit Melen bir seçim hükümeti oluşturdu.
Bu arada 1972 yılı Türk siyasi hayatında önemli bir değişime sahne oldu. Cumhuriyetin kuruluşundaki ikinci adam İsmet İnönü, CHP Başkanlığını Bülent Ecevit’e devretmek zorunda kaldı. Kurultayda parti meclisi Ecevit’in yanında yer alınca da 8 Mayıs 1972’de 34 yıldır görev yaptığı CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etti. Türk siyasal yaşamında parti içi mücadele sonucunda değişen ilk genel başkan olan İnönü 4 Kasım 1972’de CHP üyeliğinden, 14 Kasım 1972’de milletvekilliği görevinden istifa etti. 25 Aralık 1973 tarihinde vefat etti. Diğer taraftan ise Muhtıradan sonra kapatılan Milli Nizam Partisi yerine Milli Selamet Partisi kuruldu.
Cumhurbaşkanını meclis ve senato birlikte seçiyordu ancak son iki seçimdir meclis komutanların adayına boyun eğmişti. Ordu ile Parlamento arasında çok ciddi bir devlet krizinin ardından 6 Ekim 1973’te emekli Amiral Fahri Korutürk 6. Cumhurbaşkanı seçildi. Yeni Cumhurbaşkanı, Merkez Bankası Eski Başkanı Naim Talu’yu hükümeti kurmakla görevlendirdi. Yeni hükümet ilk olarak üniversitelere el atmak oldu. Anarşinin kaynağı olarak görülen üniversitelerin özerk yapısı neredeyse ortadan kaldırıldı. Üniversiteler gibi sendikalar da pasifleştirildi. Ayrıca anayasa değişiklikleri yapıldı. Devlet Güvenlik Mahkemeleri kuruldu.
1973 Seçimleri ve CHP ve MSP Koalisyonu
1973 seçimleriyle, yaklaşık iki yıl süren 12 Mart yönetimi artık sonlanıyordu. 1973 genel seçimleriyle başlayan, fakat 12 Eylül 1980’de bir başka askeri müdahale ile sona erecek yeni bir sivil döneme geçiliyordu. Seçimlere gidilirken AP’nin seçimi kazanacağı beklenmekteydi. CHP’de ise İnönü sonrası merak konusuydu, dini bir söylem içindeki MSP’den kimse fazla bir şey beklemiyordu. Ancak sonuçlar beklenenlerden farklı çıktı. CHP % 33, AP % 29, MSP % 11, Demokratik Parti % 11 oy almıştı. Seçimler Bülent Ecevit ve arkadaşların geniş seçmen kitlesince yeni bir umut olarak görüldüğünün, AP’nin ise oylarının sağ partiler arasında bölündüğünü göstermekteydi. Nihayetinde hiçbir parti tek başına iktidar olacak oyu alamamıştı. Bu durum Türkiye’nim yeniden koalisyonlar dönemine mahkum olacağını gösteriyordu. Uzun görüşmeler sonunda 1974’te CHP ve MSP arasında hükümet protokolü imzalandı. Dini söylemlere ağırlık veren bir partiyle ortanın solu ve halkçılık söylemleri üzerine politikasını inşa eden partinin koalisyonu birçok eleştiri ve provokasyonu da beraberinden getirdi.
1974 yazında Türkiye acı bir olayla sarsılmıştı Kıbrıs’ta EOKA’cıların darbesi haberi duyuldu. Aynı günlerde Hükümet ABD’nin muhalefetine rağmen 6 ilde haşhaş ekimine izin verdi. Bunun üzerine ABD askeri yardımları keserek Türkiye’ye Ambargo kararı aldı. Bu süreç tıpkı 1968’teki gibi Amerika aleyhtarı bir dalganın yayılmasına yol açtı. Bunu izleyen günlerde görüşmelerden sonuç alınamayınca Temmuz ve Ağustos aylarında Kıbrıs Harekatı gerçekleşti.
Öte yandan 18 Eylül 1974’te Erbakan’ın istifasıyla CHP-MSP koalisyon sona erdi. Partilerin başbakanın kim olacağına karar verememesi üzerine Türkiye’ yeni bir hükmet kriziyle karşı karşıya kaldı.
Milliyetçi Cephe Hükümetleri ve Türkiye
Ecevit ve Demirel’in çabaları sonuçsuz kalınca Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, 12 Kasım 1974’te Kontenjan Senatörü Sadi Irmak’ı Başbakanlığa atayıp hükümeti kurmasını istedi. Partilerin bakan vermeyi reddetmesi üzerine 17 Kasım’da açıklanan hükümette 11 bakan Meclis ve Senatodan alınmış 15 bakanlık Parlamento dışından ağırlıklı olarak teknokratlardan seçilmiş. Meclisteki partiler bakan vermedikleri hükümete güvenoyu da vermediler. İstifa eden Irmak yeni hükümet kurulana kadar görevine devam etti ve 31 Mart 1975’e kadar Başbakan olarak kaldı. Bu kabine sadece gündelik işlerle ilgilendi.
AP önderliğinde bir “milliyetçi cephe” hükümeti kurulması için girişimler yapıldı. Demirel’in milliyetçi cephe hükümeti AP, MNP, CGP, CMKP ortak koalisyonuyla 31 Mart 1975’te kuruldu. Programında huzur, kalkınma ve hamle yılı olacağı öngörülen dönem, anarşinin, öğrenci olaylarının, sağ-sol çatışmalarının daha da hızlandığı bir dönem haline geldi. Başbakan Demirel 14 Mayıs’ta saldırıya uğradı. Başbakan’a yumruk atan kişinin CHP’li oluğu iddiaları üzerine Ecevit’i destekleyen iki profesörün evinin bombalanması gerilimi tırmandırdı. Genelkurmay Başkanlığından milletin birliğine ve Atatürk İlkeleri’ne uzanan ellerin kırılacağına ilişkin uyarı demece geldi.
Hemen her kesim hangisi olursa olsun tek parti olsun istiyordu. Çünkü koalisyonlarla köklü değişikliklerin mümkün olmadığını görmüştü. 12 Ekim 1977 seçimleri küçük partilerin önemli oranda oy kaybetmesiyle sonuçlandı. CHP oylarını %43’e, AP ise %40 yükseltmişti. Seçmen küçük partilere oy vermenin siyaseti böldüğünü görmüş bu yüzden oylar büyük partilerde toplanmıştı. Bülent Ecevit azınlık hükümeti kurmaya çalışmış ancak başarılı olamayınca 22 Mayıs 1977’de ikinci milliyetçi cephe hükümeti Demirel tarafından kuruldu. Yeni hükümet asayiş problemlerine çözüm getiremedi. 31 Aralıkta ise güvenoyu alamayıp düştü. Yeni hükümet CHP ve AP’den istifa eden bağımsız milletvekillerinden ortaya çıktı. Ne var ki hükümetin programı okunması dahi meclisteki kavgalara neden oldu. Nihayetinde bu hükümette uzun ömürlü olmadı.
1 Mayıs 1977’de DİSK’in organize ettiği organizasyonda 34 kişi hayatını kaybetti. Ülkede siyasi cinayetlerin ve vatandaşlar arasında çatışmalarında devam ediyordu. Devlet kurumlarının bölünmüşlüğü hat safhadaydı. Terörün hedefinde öğretim görevlileri ve saygın gazeteciler vardı. Toplumu mezhep ayırımı içine sokarak karşılıklı cinayetlerle toplumsal barışı temelden dinamitlemek şeklinde ortaya çıktı. Sivas, Malatya, Bingöl’de yaşanan çatışmaların maddi boyutlarından çok toplumsal birlikteliği hedefleyen manevi boyutu önemliydi. Başbakan Ecevit’in sıkıyönetim ilanından kaçınması Maraş’ta başlayan olaylar yüzünden çöktü 25 Aralık 1978’te 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Ancak bu tedbirde olayların önünü almaya yetmedi.
Hükümet geldiği noktada hem aydınların hem de politikacıların desteğini önemli ölçüde yitirmişti. Bozulan ekonomiyi düzeltmek için IMF’e başvurulmak zorunda kaldı, kısacası hükümet her cepheden kan kaybediyordu. 14 Ekim 1979’da yapılan seçimlerde ciddi oy kaybıyla koltuğu bıraktı. 16 Ekim de başbakan istifa etti.
Meclisteki tüm sağ partilerin desteğini alan Demirel Hükümeti yönetimi devraldı. Yeni hükümet sıkıyönetim uygulamalarını daha da sıklaştırmak için askerlere yetki vermesiyle günde 20 vatandaş hayatını kaybetmeye başladı. Sağ-sol kavgası diye basitleştirilen terör olayları üst düzey suikastlara kadar uzandı. Nihat Erim ve DİSK Başkanı Kemal Türker öldürülmelerinin yanı sıra mezhep çatışmasını destekleyici karışıklıklar yaşandı.
Kıbrıs Harekatı nedeniyle uygulanan ambargo ekonomik krize neden olmuştu. Devamlı artan bir hayat pahalılığı can ve mal emniyetinin ortadan kalkması geniş toplum kesimlerini ümitsizliğe sevk ederken Avrupa’nın yabancı işçileri geri göndermeye başlaması yeni iş sahaları yaratamayan Türkiye için yeni problemdi. Başbakan Demirel, ekonomiyi düzeltmek için Turgut Özal’a devretti. Bu doğrultuda alınan 24 Ocak Kararları ile %43 devalüasyonun üzerine ilaveten % 30’luk yeni bir devalüasyon uygulandı böylelikle uluslararası mali piyasanın beklentileri karşılanmış oldu.
Genelkurmay ve kuvvet komutanları, MSP’nin tepki çeken mitingleri ve Maliye Bakanını gensoru ile düşürmeye çalıştığı bir ortamda 12 Eylül 1980’de ordunun yeniden yönetime el koyduğunu duyurdu.
Makale Özeti
Cumhuriyet Halk Partisi’nde Bülent Ecevit ve Ortanın Solu Düşüncesi-Gürcan Bozkır
Bülent Ecevit’in CHP’ye girişi 1957 tarihinde gerçekleşti. Onunla aynı dönemde Turhan Feyzioğlu da partiye katılmıştır. Ecevit, Modern ve rasyonel bir politika izlemesiyle partinin yenilikçi çizinin isimi olarak anılmaya başlayacaktır.
CHP’de ilk değişiklik 27 Mayıs müdahalesinden sonra başlamıştır. Çünkü bu dönemde sol akımların güçlenmesi ve ABD aleyhtarı bir ortamın doğması gibi nedenlerle CHP politik çizgisini gözeden geçirmek durumunda kalmış. Yeni çizginin ilk adımları 1961 kurultayı ile ilan edilen Temel Hedefler Beyannamesi ile atılmış. 1965’de ise partinin yeni politikası Ortanın Solu olduğu açıklanmış. CHP içinde yeni politik çizgini konusunda ortak bir tavır olmamasına karşın parti lideri bu çizgiyi desteklemekteydi. 1965 ve 1966 seçimlerine Ortanın Solu sloganlarıyla girilmiş ancak seçimlerde pek başarılı olunamamıştı. Bu durum Ortanın solu karşıtlarının seslerinin yükselmesine neden olurken, sloganı savunanlar ise bu durumu sloganın içinin yeterince iyi doldurulamamasına bağladılar.
Ortanın Solu Düşüncesi
Ortanın solu düşüncesinin 1961 Anayasası içinde yer alan sosyal devlet ilkesinin geliştirilmesi düşüncesinden ortaya çıktığı söylenebilir. CHP bu anlayışla sosyal ve ekonomik reformlarını gerçekleştirebileceğini düşünmekteydi. İsmet İnönü tarafından ortaya atılan bu düşünce 1965’ten sonra parti içindeki yeni yapılanmanın dayanağını oluşturacaktır.
Bu terim başlangıçta çok büyük bir yol değişiklik anlamında kullanılmamış. Bir yerde CHP’nin 40 yıllık uygulamalarının isimlendirilmesi olarak değerlendirilmiş. Bu durum daha sonra Bülent Ecevit ve arkadaşlarının devreye girmesiyle farklılaşmaya başlamış. Bu düşünce Yön, Kim ve Akis dergilerinde değerlendirdiğini görmekteyiz.
Ortanın solu fikrini ve anlamını hiç şüphesiz en yoğun biçimde değerlendiren Bülent Ecevit olmuştur. “Ortanın Solu” adlı kitapta ona aittir. Ecevit siyasi yelpazeyi aşırı sol, ortanın solu, ortanın sağı, aşırı sağ olarak nitelendirmektedir. CHP’yi ortanın solunda AP’yi de ortanın sağında olarak konumlandırmaktadır.
Ortanın Solu Görüşünün Partiye Egemen Olması
1966 yılının sonuna gelindiğinde Parti içi çekişmelerin iyice arttığı görülmektedir. Bu dönemde yetmişaltılar olarak ifade edilen grup ortaya çıkmış ve CHP’yi solcuların eline bırakmama kararı almışlardır. Kurultay öncesinde Tayfur Sökmen “CHP Ortadadır Ortanın Solu Moskova Yoludur” isimli broşürü yayımlamıştır. Artık parti içerde üçe bölünmüş bir yapı arz ediyordu. Ortanın solu grubu, ortanın sağı grubu ve göbekçiler olmak üzere.
CHP’nin olağanüstü kurultayında, Turhan Feyzioğlu ve arkadaşlarının partiden atılmasının önü açılınca bu kişiler muhtemel ihracı beklemeden partiden istifa ettiler. istifa eden kişiler Güven Partisi’ni kurmuşlardır. Daha sonra bunların üzerine CHP’den diğer ayrılanlarda katılıp Cumhuriyetçi Güven Partisi’ni oluşturdular. Parti içinde bir düşünce farklılığı şeklinde oraya çıkan durum büyük bir bölünmenin gerçekleşmesiyle sonuçlanmış oldu.
Bülent Ecevit- İnönü Çatışması
Bülent Ecevit yaptığı konuşmada toprak işgallerini devrimci bir eylem olarak değerlendirmekteydi. Bu durum aralarını açtı. Daha sonra CHP’de 12 Mart muhtırası hakkında iki görüş ayrılığı ortaya çıktı. İnönü’nün tutumu bu durumu iyice ateşledi. 21 Mart 1971 yılların ayrıldığı tarih oldu. İsmet İnönü hükümete katılmayı isteyince Bülent Ecevit ve Genel Yönetim Kurulu toptan istifa etti. Daha sonra yapılan oylamada İsmet İnönü güvenoyundan sonra 34 yıldır yürüttüğü genel başkanlık görevinden istifa etti. Bundan sonra Bülent Ecevit bu göreve seçilmiştir.
Sonuç itibariyle Ortanın Solu hareketi partide bölünmelere yol açsa da 1972 yılında CHP’ye tamamen hakim bir nitelik aldı. Bu çalkantılı süreçten sonra CHP ülke partisi olma yoluna girmiş olup 1973 ve 1977 seçimlerinde oylarını giderek arttırmıştır.
[1] Bu durum MBK’den ihraç edilen 14’lerin düşüncelerinde haklı olduklarının kanıtı olabilir.
[2] Parti gözetmeksizin, konunun uzmanı kişilerin bakanlıkları yaptığı hükümet tipidir.