Osmanlı Tarihi V Ders Notları

Ders Kaynakları

  1. İslam Ansiklopedisinin maddeleri
  2. Alı Akyıldız, Tanzimat Döneminde Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform
  3. Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı
  4. Mahir Aydın, Şarki Rumeli Vilayeti
  5. Orhan Bayrak, Osmanlı Tarihi Yaazarları
  6. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma
  7. İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi
  8. Engelhard, Tanzimat
  9. Vahdettin Engin, II. Abdülhamit ve dış politika; Kurtlar Sofrasında Osmanlı
  10. Ahmet Cevdet Eren, Tanzimat Fermanı Dönemi
  11. Nihat Erim, Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri
  12. Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti, Osmanlı Devleti Millet Sistemi
  13. Ufuk Gülsoy, Hicaz Demiryolları
  14. Halil İnalcık, Tanzimat ve Bulgar Meselesi
  15. Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim
  16. Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi

Sultan Abdülmecit Dönemi (1839-1861)

  II.Mahmut’un oğlu Abdülmecit, Avrupalı bir prens gibi yetiştirilmiş ve iyi derecede Fransızca bilen bir şehzadeydi. 1839’da babasının vefatı üzerine henüz 17 yaşında iken tahta çıktı. Nizip yenilgisinin gölgesinde tahta çıkan yeni sultan devlet idaresinde yeterli tecrübeye sahip değildi. Kendisi yenilik taraftarıydı ve babasının başlattığı ıslahat hareketlerini devam ettirmek niyetindeydi. Ancak bu dönemde devlet içinde kıskançlık ve rekabet hat safhadaydı. Sultan Abdülmecit, devletin son dört padişahının babasıdır.

 Koca Hüsrev Paşa, Sadrazam Mehmet Emin Rauf Paşa’dan sadaret mührünü zorla alıp, kendini sadrazam ilan ettirdi. Bu sırada Osmanlı Devleti, Mısır ile muharebe halindeydi. Bu sebeple genç padişah meseleyi kurcalamadı ve Hüsrev Paşanın sadrazamlığını kabul etti. Bu durum devlet içinde yaşanan başıbozukluğun en güzel göstergesidir.

Bu ortam içinde rakibi Hüsrev Paşa’nın sadarete gelmiş olmasından çekinen Kaptan-ı Derya Ahmet Fevzi Paşa, Osmanlı donanmasını İskenderiye’ye götürerek Mısır valisine teslim etti. Böylece Osmanlı Devleti ordusuz ve donanmasız kaldı.

Abdülmecid dönemini diğer padişahlardan ayıra bazı durumlar söz konusudur. Diğer padişahlardan farklı olarak yabancı devletlerin elçileriyle bizzat görüşmüştür. Özellikle İngiliz elçisi Stratford Canning çok rahat bir şekilde huzura çıkabiliyordu. Bu durumdan dolayı kendisine Taçsız Sultan denmektedir. Ayrıca bu dönemde iade-i ziyaretler ve yabancılardan nişan almaya başlandı. İlk kâğıt para kaime yine bu dönemde yürürlüğe girdi. Kırım Harbi nedeniyle ilk dış borç bu dönemde alındı. Kısa sürelide olsa Muhassıllık sistemi uygulandı.

Mısır Meselesi ve Boğazlar Sorunu

Osmanlı Devletine karşı ayaklanmış olan Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Osmanlı kuvvetlerini Nizip’te yenilgiye uğratmıştı. Mısır Sorunu, Rus donanmasının Hünkar İskelesi Antlaşmasına uyarak İstanbul’a gelmesi üzerine bir Avrupa sorunu haline geldi.

Tanzimat Fermanı’nın yayınlanmasından İngiltere’nin ön ayak olması ile Avrupalılar Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya karşı Osmanlı Devletinin tarafını tuttular. Bu ortamda 15 Temmuz 1840’da Londra Sözleşmesi imzalandı. Buna göre; Mısır Osmanlı Devletine bağlı kalacak, ancak yönetimi Mehmed Ali Paşa ve oğulları yürütmeye devam edecekti. Mısır 80.000 altın vergi ödeyecekti. Suriye, Adana ve Girit tekrar Osmanlı yönetimine bırakılıyordu.

Hünkar İskelesi Antlaşmasının süresi bitince, 1841 senesinde Londra’da yeniden bir konferans düzenlendi. Toplantıya Osmanlı Devleti’nden başka Rusya, Fransa, İngiltere, Prusya ve Avusturya katıldı. Konferansta alınan kararlara göre, Boğazlarda egemenlik hakkı Osmanlı Devletine ait olacak, ancak barış döneminde hiçbir savaş gemisi boğazlardan geçmeyecekti. Bu antlaşma ile Fransa ve İngiltere Akdeniz’deki güvenliklerini sağlamış oluyorlar, Osmanlı Devleti’nin boğazlar üzerindeki kayıtsız şartsız haklarına kısıtlama geliyordu. Rusya ise Hünkar İskelesi Antlaşması ile boğazlar üzerinde sağladığı üstünlüğü kaybetmiş oluyordu.

Mehmed Ali Paşa ile anlaşan İngiltere, Osmanlı Devletine ihanet ederek; Babıali’den Mısır ile Sudan’ın ırsi olarak Mehmed Ali’ye bırakılmasını istedi. Bundaki maksatları, Mısır’ı yalnız bırakıp, şartların müsait olduğu bir zamanda işgal etmekti. Sultan Abdülmecid’e 1841’de Mısır fermanını yayınlattı. Bu ferman, 1914 senesine kadar Mısır’ın bir çeşit anayasası olarak kalmıştır. Fermana göre Mısır, Osmanlı padişahı tarafından tayin edilen Kavalalı mensuplarınca idare edilecekti.

Tanzimat Fermanı

Osmanlı Devleti karşısında cesaret alan Mısır valisi, Sultan ile anlaşmaya yanaşmadı. Sultan Abdülmecid Han, devleti bu zor durumdan kurtarmak için çareler aradı. Bu sırada Avrupa’dan yeni dönen Mustafa Reşid Paşa, Sultan’a Avrupa’nın yardımını sağlamak gibi bir bahaneyle Gülhane Hatt-ı Hümayunu adı ile meşhur olan Tanzimat Fermanı’nı yayınlatmaya girişimlerinde bulundu.

Nihayetinde 3 Kasım 1839 tarihinde Topkapı Sarayı’nın Gülhane Bahçesinde düzenlenen ve yabancı elçilerle, devlet adamlarının hazır bulunduğu toplantıda, Mustafa Reşit Paşa tarafından Tanzimat Fermanı ilan edildi. Bu ferman Osmanlı’da yeni bir dönemin başlangıcı oldu.

Tanzimat hareketleri Osmanlı’ya Batılı anlamda bir düşünce biçimi ve yönetim şekli getirmek için Avrupa’dan esinlenerek yapılan programlı bir yenilik ve kültür hareketiydi. Tanzimat Fermanı’nın getirdiği önemli yenilikler şunlardı:

  • Müslüman veya gayrimüslim olan herkesin can, mal, namus güvenliği devlet garantisi altına alınacak
  • Vergiler herkesin gelirine göre düzenli bir şekilde alınacak
  • Askerlik belirli bir düzene göre olacak
  • Mahkemeler herkese açık olacak ve mahkeme kararı olmadan kimse idam edilmeyecek
  • Herkesin mal ve mülk sahibi olması ve bunu miras olarak bırakabilmesi sağlanacak
  • Rüşvet ve iltimas kaldırılacak, kanun gücünün her gücün üstünde olduğu kabul edilecekti

Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devletinde anayasal düzenin başlangıç noktası olarak kabul edilebilir. Bu fermanla Sultan Abdülmecid, kendi gücünün üzerinde bir güç olduğunu kabul ediyordu. Tanzimat Fermanı ile azınlıklara bazı haklar verilmişti. Bu hakları bahane eden Avrupa devletleri Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmaya devam ettiler. Oysa Tanzimat Fermanı, bir anlamda bu tip müdahaleleri önlemek için ilan edilmişti.

Tanzimat Dönemi Osmanlı’da Merkezi Bürokratik Yapının Bozulması ve Karşılaşılan Güçlükler

19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu siyasal sosyal ve ekonomik şartlar 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla sonuçlandı. Amaç devrin çarklarına göre reformlar yaparak devletin gücünü tek bir merkezden kullanılmasını sağlamaktı.

 Tanzimat aydınları ülkenin kurtuluşunu güçlü ve merkeziyetçi bir idarede görmüşlerdi. Bunun için yönetim, reformcu bürokratların elinde olmuş ve padişahin yetkilerini azaltarak bu yetki bürokrasiye aktarılmıştı. Ayrıca bu yönetim anlayışında bürokrasi ön planda idi. Bu dönemde yeni bir siyasi güç olan Tanzimat bürokrasisi ortaya çıktı. Merkeziyetçilik kavramı devletin mali, idari, hukuki alanda standart ve bütüncül olarak kontrol aramasıdır. Bu yapıdaki devletlerde uzmanlaşmış bürokratik kadro ve güçlü denetim mekanizması nedeniyle düzgün bir bürokratik kayıt sistemine sahip olması gerekmektedir.

 Merkeziyetçilik siyasi otorite içinde bürokrasinin kazandığı güç demektir. II. Mahmut döneminde temelleri atılan merkeziyetçi idari reformalar Tanzimat Döneminde devam etmiş ülkenin kurtuluşu için bir zaruret olarak görülmüştür. Tanzimat’ın amacı devlet idaresinin Batılı tarzda reformize ederek tek bir merkezden etkili ve güçlü bir şekilde kullanılmasını sağlamaktır. Hükümdarın devlet yönetimindeki gücü ve yetkisi azaltılarak bu yetki reformcu bürokratlara verilmiştir. Hükümdarın yetkileri sınırlandırılarak hukuk ön plana çıkmıştır. Bu düzenleme ile hükümdarlık makamı bir otorite olmaktan çıkıp millete ait bir makam haline gelmiştir.

Bu dönemde sadrazamların yönetimdeki gücü arttırılmıştır. Öyle ki sadrazamlar, padişahın mutlak otoritesine dahi muhalefet ettikleri görülmüştür. Bu dönemde merkezileşme Bab-ı alide kurulan meclisler sayesinde oluşur. Klasik dönemdeki Divan-ı Hümayın yerine daha fonksiyonel olan Meclis-i Valayi Ahkam-i Adliye, Meclisi Umur-u Nafia, Meclisi Maliye, Meclis-i Ali-i Tanzimat gibi meclisler kuruldu.

Tanzimat bürokratları idari reformlarını yaparken bazı problemlerle karşılaştılar. Bunlar nitelikli eleman ve para sorunları idi. Tanzimat Bürokrasisinde idari alanda reformları halife Sultan merkezli değil, Bab-ı ali merkezli yapmıştır. Öncelikle o dönemde ortaya çıkan ulusçu ayaklanmaları ve yerel isyanlara karşı Osmanlıcılık fikri etrafında bütün toplumsal grupları eşit kabul etmişlerdir. Bu yeni düzenlemeyle sadece merkezde değil. Merkeze uzak bölgelerde de bir otorite ve kontrol mekanizması düşündüler. Tanzimatçılar, halkın idareye katılmasını istemişlerdir. Buradaki amaç yönetimde demokrasiyi yerleştirmek değil Avusturya ve Rusya’da olduğu gibi idareyi ıslah ederek ülke gelirlerini arttırmak ve merkeziyetçi bir yönetim kurmaktır.

Tanzimat bürokratları reformları yürütürken merkezi otorite karşısında baskı altında kalmamak için güvence talep etmişlerdir. Bundan kasıt hürriyetler değil; can ve mal güvenliğidir. Tanzimatçılar bürokratik reformların önünde ulema sınıfını bir engel olarak görmekteydi. Bu grup geçmişten beri eğitimi ve yönetimi kontrol altında tutmaktaydı. Dönemin aydınları eğitim ve öğretimin ulemanın tekelinden alınarak devletin tekeline verilmesini gerekli gördü. Buna göre yeni bir eğitim modeli olarak mektepler açıldı. Ayrıca kadıların görev alanları da düzenlendi. Görev alanı sadece adliye teşkilat olarak sınırlandırıldı. Böylece eğitim ve adli alanda yapılan ıslahatlarla ulemanın gücü zayıflatıldı. İlmiye sınıfının elindeki güç bürokrasiye geçmiş oldu.

Tanzimat döneminde yapılan reformlar, devletin toplumu bütün yönleriyle kontrol edebildiği merkezi bir yapı ortaya çıktı. Bu yeni yapı aynı zamanda elit bir kadroyu da oluşturdu. Bu dönemde kurulan Batı tarzı mekteplerden ve askeri okullardan yetişen bu elit kadro, devlet yönetiminde önemli görevler üstlenmişlerdir. Jön Türkler olarak adlandırılacak bu elit grup ileride önemli reformlar gerçekleştirecektir. Tanzimat döneminde ülke idari olarak eyalet, liva, kaza ve kariye olarak düzenlenmiştir. Bu idari birimlerin başında vali, mütesellim, müdür ve muhtar görev yapmaktadır. Taşrada yapılan reformlar gereğince taşradaki idarelerin yetkileri kısıtlanmıştır. Müslümanların ve gayrimüslimlerin oluşturduğu meclisler açılmıştır.

1840 yılında yapılan idari reformla valilerin yetkileri azaltılmıştır. Yeni düzenlemeye göre sadece asayiş işleri valilere bırakılırken mali işler merkezden geniş yetkilerle tayin edilen muhassıl denilen memurlara verilmiştir. Vergilerin toplanması ve muhassıllara yardım etmesi için eyaletlere münşir, sancaklara münferit ve nizamiye askerleri görevlendirilir. Taşrada merkezi otoriteyi kurmak için eyaletlerin fiziki sınırları güçlü tutuldu. Yeni bir idare olarak vilayetler kuruldu. Tanzimat döneminde politik ve idari kontrol gücünün taşrada hayata geçirilmesi büyük kolaylıklar sağladı. Devlet tarihinin en güçlü dönemlerinde bile görünmeyen başarılar sağlandı. 1849’da yapılan yeni düzenleme ile eyalet meclisleri aktif hale getirildi. Valilerin bulundukları bölgelerde hukuksuz uygulamalarına karşı ve vergilerin adil bir şekilde toplanması için vilayet meclisleri kuruldu. Bu düzenlemeler sonucunda devletin yapısı modern bir yapıya kavuşmuştur. İleride meşrutiyet sistemine geçişte yerel meclislerden edinilen tecrübenin büyük faydası olmuştur. Meşruti sisteme geçiş Avrupa’daki gibi uzun ve sıkıntılı bir süreç olmamıştır. Bunda Tanzimat’ın katkısı vardır.

Devletin merkezileşmesi için temel dinamiklerden birisi de mali alandaki merkezileşmeydi. Bunun için kaynakların tek bir elden kontrolü sağlanmalıydı. Taşradaki yerel beylerin bütçeden alacakları pay azaltılarak zayıflatılmış böylece mültezim sistemi de ortadan kaldırılmış olacaktı. Bunun için Muhassıllık sisteminde geçildi. Muhassıllar vergi toplamanın yanında bulundukları yerlerde sancakların yönetiminden de sorumlu tutulmuşlardır. Bunun için ilk iş olarak mal ve mülk sayımı yapılmıştır. Buna göre kimin ne kadar vergi ödeyeceği belirlenmiştir. Muhassıllara yardımcı olmak için sancaklarda muhassıllık meclisleri açılmıştır. Bu meclisler muhassıl, katip, hakim, müftü, askeri zabit ve ileri gelen eşraftan 4 kişiden oluşmaktaydı. Meclis üyeleri arasında biri sandık emini olarak seçilirdi. Toplanan vergilerden masraflar düşüldükten sonra kalan miktar hazineye gönderilecekti.

Tanzimat Dönemi’nde mali alanda merkezileşmeyi sağlayacak önemli adımlar atılmasına rağmen bürokratik alt yapının eksikliğinden dolayı beklenen başarı sağlanamadı. Merkezi otorite yeniden iltizam sistemine döndü buna rağmen önemli mesafeler kaydedilmişti. Bu düzenlemeler ile yerel yönetimin zemini hazırlanmış ve halkın idareye katılması sağlanmıştır. Mali konuda olduğu gibi diğer Tanzimat reformlarının uygulanmasında da aksaklıklar yaşanmıştır. Çünkü uygulamanın ne şekilde yapılacağına dair herhangi bir bilgi yoktu. Bu konuda tecrübeli elemanda yoktu. Bu yüzden reformlar hemen hayata geçirilmedi. Öncelik İstanbul’a yakın ve sıkıntı yaşanmayan eyaletlere verildi.

Merkeziyetçi idarenin taşrada yerleşmesindeki engellerden biri de yol ve iletişim sorunu idi. Bu soruna çözüm için: demiryolları kuruldu, pota sistemi ıslah edildi, yeni telgraf hattı kuruldu, vapur kumpanyaları oluşturuldu.

Tanzimat’ın gerektirdiği mülkü otoriteyi kuramayıp görevden alınan münşirlerin sayısı çok fazla idi. Bunlardan bazıları rüşvet ve yolsuzluğa bulaşmıştır. Başarısızlıkların nedenleri eski alışkanlıklarını devam ettirmelerinden dolayıdır. Beklentiler gerçekleşmeyince pek çok valide görevinden alınmıştır. Merkezi otoritenin kurulmasında zorluk çekilen yerlerden birisi Bosna-Hersek eyaletidir. Hükümet halkın tepkisini çeken bazı uygulamalarda tavizler vermiştir. Trabzon eyaletinde de bazı sıkıntılar yaşanmıştır. Burada da menfaati bozulan bazı gruplar ve yörenin ileri gelenleri muhalefet ederek karşı çıkmışlardır. Bu yüzden uygulamalar ileriki bir tarihe ertelenmiştir. Ancak 10 yıllık sürecin ardından uygulamaya geçilmiştir.

Sonuç olarak Tanzimat Dönemi’nde yapılan reformlar ile bürokrasi ön plana çıkarılmış, padişahın yerine yeni bir siyasi güç olarak Tanzimat bürokrasisi almıştır. Bu dönemin en bariz özelliği siyasi gücün saraydan Bab-ı aliye geçmesidir.

Kırım Savaşı

Eflak – Boğdan Ayaklanması

1848 İhtilalleri Avrupa’da gelişmelere neden olup iki beylik halinde yönetilen Eflak ve Boğdan’da da etkisi oldu. Bağımsız tek bir devlet kurmak isteyenler geçici bir hükümet kurdular. Rus egemenliği altına girmektense Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmayı uygun buldular. Rusya, Eflak ve Boğdan’a asker göndererek olayı bastırmak ister. Osmanlı Devleti durumu protesto ederek kendi askerlerini gönderir. İki devlet karşı karşıya gelip Balta Limanı Sözleşmesi imzalanır. Rusya’nın Eflak ve Boğdan yönetiminde belirli oranda ortaklığı kabul edilir.

Macar Mültecileri Sorunu

1848 İhtilalleri Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu da etkiler. Sonunda Macarlar ayaklanarak bağımsız Macar Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. Bu gelişme üzerine Avusturya, Rusya’dan yardım istedi. Zaten Polonya ve Memleketeyn’de ( Eflak-Boğdan) meydana gelen ihtilal hareketlerinden rahatsız olan Rusya Macaristan’a ordu göndererek Macar İhtilalini bastırdı. Bu arada Macar ve Leh bağımsızlık taraftarlarının bir kısmı Osmanlı’ya sığındı. Bu mültecilerin Avusturya ve Rusya tarafından istenmesi siyasi soruna yol açtı ve Mülteciler Sorunu ortaya çıktı. Osmanlı onların iadesinin devlet onuruna darbe olarak gördüğünden bu isteği reddetti. İngiltere ve Fransa’da Osmanlı’nın yanında yer alarak bu tutumu desteklediler. Böylece bu durum devletlerarası sorun haline geldi. Olay çözülüp Macar ve Leh mültecilerden isteyenler ülkelerine dönebilecek geri kalanları da Rus ve Avusturya sınırlarından uzaklara yerleştirecekti.

Kutsal Yerler Savaşı

Hristiyanlar tarafından Kudüs ve çevresi kutsal sayılmaktaydı. Buralara hizmet etmek onlar için bir şerefti. Bu yüzden mezhepler arasında hizmetleri ele geçirebilmek rekabet oluşturuyordu. Osmanlı Devleti bu bölgeyi topraklarına kattıktan sonra ilk etapta kurulu olan düzeni işletir. Ancak daha sonra baskılar sonucunda Katolik ve Ortodokslara diğer mezheplerin aleyhine ayrıcalıklar verir.

Fransız İhtilali sonucunda kutsal yerlerdeki Katolikler koruyucusuz kalır ve Ortodokslar üstün konuma gelir. Katoliklerin yeniden eski düzenin kurulmasını istemesi kutsal yerler sorununu başlatır.

Fransa kutsal yerlerde Katoliklere, Ortodokslar aleyhine yeni haklar verilmesini ister. Ortodoksların koruyucusu olan Rusya, Osmanlı’dan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması koşullarına uyulmasını ister. Osmanlı Devleti, Rusya ve Fransa ile anlaşmazlığa düşmek istemediğinden düzeni sağlamak için o güne kadar verilmiş fermanları incelemek için komisyon kurmaya karar verir. Avusturya da önceki antlaşmalara dayanarak Katoliklerin koruyucusu olduğunu açıklar. Komisyon çalışmaları sonucunda Katoliklere bazı haklar verilmekle birlikte Ortodokslar lehine de kararlar alındı. Rusya bununla da yetinmeyip yeni ferman yayınlanmasını ister. Sonuç olarak her iki devlet de memnun edilemedi.

Kutsal yerler sorunu Fransa ve Rusya arasında onur mücadelesi haline geldi. Bu durumdan hiçbir çıkarı olmayan Osmanlı Devleti sıkıntıya düştü. Rusya bu sorunu Osmanlı’ya zarar vermek için bahane olarak kullanıp girişimde bulundu. Prens Mençikof’u olağanüstü elçi olarak İstanbul’a gönderip taleplerde bulundu.

İlk talebi kutsal yerler sorunu Ortodokslar lehine çözümlenerek fermanla bildirilecekti. Ortodoksların ayrıcalıkları senetle bildirilecektir. Gizli istekleri ise Rusya Osmanlı ile ittifak yapacak. Osmanlı Devleti, Avrupa devletleriyle savaşa girecek olursa Rusya yardım gönderecek. Buna karşı Osmanlı sınırlarındaki Ortodoksların koruyuculuğu Rusya’ya verilecekti. Bu öneri İngiliz ve Fransız elçilerinin müdahalesi ile reddedildi. İngiltere Rusya ile ittifaka karşıydı. Buna meydan vermemek için İngiliz filosunu Çanakkale’ye gönderdi. Rusya’nın niyeti anlaşmak değil bilakis anlaşmazlık çıkarmaktı. Mençikof Osmanlı’ya ültimatom vererek Ortodoksların koruyuculuğu haklarının kendilerine verilen senedi talep etti ancak Osmanlı bunu reddetti.

Elçi İstanbul’dan ayrıldı ve Osmanlı ile Rusya arasındaki siyasi ilişkiler sona erdi. İki tarafta savaş hazırlıklarına başladı. Çar I. Nikola, Eflak-Boğdan’a gireceğini ilan etti. Rus askerleri savaş ilan etmeksizin Osmanlı topraklarına girdiler. İngiliz ve Fransız donanması Çanakkale Boğazı önündeki Beşige koyuna geldi. Başta İngiltere olmak üzere büyük devletler olayı sadece protesto etti. Osmanlı için bu savaş nedeniydi. Avusturya ve Prusya’yı da kendi yanlarına çekmeye çalıştı.

4 Ekim 1853’te Osmanlı Devleti, Rusya’ya savaş ilan etti. Tuna boylarında ilerlemeye başlayan Rusya, Osmanlı’nın bu topraklardaki hakimiyetine son vermek istiyordu. Osmanlı Devleti, Ömer Paşa komutasındaki orduyu harekete geçirdi. Rus orduları komutanına ültimatom vererek Eflak-Boğdan’ın boşaltılmasını istedi. Tuna’yı geçen Türk ordusu başarılı bir şekilde Küçük Eflak’ı ele geçirdi. Diğer Türk ordusu ise Kafkaslarda karşı harekete geçti. Savaş iki cephede fiilen başladı. Beşige’de bulunan İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul’a geldi.

Rus ordusu Batum’a erzak göndermekte olan ve fırtına nedeniyle Sinop Limanı’na sığınmış olan Osmanlı filosunu baskınla yakarak şehri tahrip etti. Bu felaket İngiltere ve Fransa’nın Rusya’nın Karadeniz’deki gücünü anlamasına neden oldu. Rusya kolaylıkla İstanbul ve Boğazları tehdit edebilirdi. Boğazlar sorunu ve Türk – Rus anlaşmazlığı Avrupa sorunu haline geldi. İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’yle ittifak anlaşmaları imzalayarak 3 devlet Rusya’ya karşı birleşmiş oldu. Müttefikler ile Rusya arasındaki savaş Rumeli ve Doğu Anadolu kıyılarından başka Kırım ve Baltık Denizi’nde de oldu.

1854 yılında savaş şiddetlendi. Avusturya, Rusya’ya baskı yapıyordu. Türk kuvvetleri Balkanlarda Rusları püskürtmeyi başardı. Avusturya, Rusya’nın tekrar Eflak-Boğdan’a girişini önlemek için anlaşma yaparak savaş sonuna kadar bu bölgeyi işgal ederek saldırılara karşı korumayı üstlendi. Böylece Tuna cephesinde savaş sona erdi. Avusturya’nın araya girmesiyle Müttefikler savaşı Kırım’a intikal ettirdiler. Rusya da Kafkas cephesinde Doğu Beyazıt’ı ele geçirdi.

Kırım’a çıkan müttefiklerin hedefi Sivastopol Limanı’nı ele geçirmekti. Şehri kuşattılar müttefiklere yardıma Piyemonte (İtalya) geldi.

Osmanlı Devleti’nin yanında 3 Avrupa devleti de savaşa katıldı. Uğradığı yenilgiler yüzünden intihar eden Rus Çarı I. Nicolay’ın yerine tahta geçen Çar II. Alexander, barış istemek zorunda kaldı. Ruslar Kars’ı ele geçirmiş olsalar da savaşa devam edecek halleri kalmamış ve barış girişiminde bulunmuşlardır.

    Avusturya’da müttefiklere dahil oldu ve barış yapılması için Rusya’nın kabul etmesi gereken hususlar belirlendi. Çar istekleri kabul etti ve Paris’te bir kongre hazırlıkları başladı.

 

Paris Barış Antlaşması (30 Mart 1856)

Kırım Savaşı’nı sonuçlandırmak için toplanan Paris Kongresi müttefik devletlerin katılımı ile çalışmalarına başladı. Bu kongre 1815 Viyana Kongresi’nden sonra Avrupa Devletleri arasındaki dengeyi etkileyen en önemli kongrelerden biridir. Toplantıya davet ile katılan Osmanlı ilk defa Avrupa ahengini oluşturan devletlerle eşit haklara sahip olarak katıldı. Kongreye Sadrazam Mehmet Emin Ali Paşa başkanlığında heyet gönderildi. Bu kongreye kadar yalnız Hristiyan devletlerle sınırlandırılmış olan Avrupa sistemi şeklen de olsa Hristiyan topluluğun sınırları dışına taşındı. Böylelikle dünya siyasetinde ve uluslararası ilişkilerde yeni bir dönem başladı. Müttefikeler savaş alanında gösterdiği birliği barış masasında koruyamadı. Her devlet barışı kendi çıkarlarına göre kurmak istedi. Osmanlı ile İngiltere, Rusya’ya ağır koşullar ileri sürülmesini istedi. Fransa ise Osmanlı’nın İngiltere ile yakınlaşmasından ve Avusturya ile Prusya’nın da beraberce hareket etmelerinden gocunarak Rusya’ya ya gelecekte bir Fransız–Rus antlaşmasının mümkün olduğunu duyurmayı destekleyen tutum sergiledi.

Rusya o güne kadar Osmanlı’dan elde ettiği ayrıcalıkların bir bölümünü kurtarmaya çalıştı. Paris Kongresi bu atmosfer içinde çalışmalarını sürdürdü. Sonuçta belli ölçülerde anlaşarak 30 Mart 1856’da barış antlaşması imzalandı.

Bu antlaşma ile kongreye katılan devletler Rusya’nın daha önce kendi lehine bozmaya çalıştığı devletler arası dengeyi Avrupa sistemine Osmanlı’yı da dahil ederek yeniden kurmayı amaçladılar. Karadeniz’in tarafsızlığı, boğazların savaş gemilerine kapalılığı, Eflak ve Boğdan’ın sınırlarının, devletlerin ortak garantisine alınmasıyla Türk nüfuzu ortadan kalktı. Ayrıca Rusya’nın güneye inme politikası önlendi. Bu durum Rusya’nın bundan sonra daha çok doğu politikasına önem vermesine yol açtı. Osmanlı, Paris Antlaşması ile 18. yüzyıldan beri Rusya’nın içişlerine karışmasından geçici bir süre kurtuldu. Ayrıca Avrupalı devletler hukukundan yararlanması Avrupa Devleti ailesinden sayılması resmen kabul edildi. Toprakların bütünlüğü büyük devletlerin garantisine alınarak avantajlı bir durum sağlandı. Fakat bu sadece bir görüntüden ibaret oldu. Zaten sahip olduğu topraklar dolayısıyla bir Avrupa Devleti olan Osmanlı’nın bu sayede Avrupa Devleti sayılması bir şekil değişikliğinden ibarettir. Nitekim Avrupalı devletlerin kendi aralarında bile bu gibi prensiplere pek de saygı gösterdikleri söylenemez. Bu yüzden vaat edilen garantiler kağıt üzerinde kalmıştır. Özerk yönetimlerin Avrupa Devletleri’nin kefilliğine girmesi Osmanlı’nın bölgedeki nüfuzunun azalmasına neden oldu. Ayrıca savaşı kazanmış bir devlet olarak anlaşmanın Karadeniz ile ilgili maddesi yeni Rusya ile birlikte Osmanlı’ya da uygulandı. Bu yapılan en büyük haksızlık oldu.

Islahat Fermanı’nın anlaşmada yer alması Osmanlı aleyhine oldu. Şöyle ki bu fermanın uygulanmasından doğacak sorunlar ile Osmanlı’nın içişlerine müdahale edebilecekleri kapı açmışlardır. Bu açıdan anlaşma bir garanti olmaktan ziyade barışın uzun sürmemesine sebep oldu. Bundan dolayı Kırım Savaşı, barışı olmayan savaş olarak nitelendirildi.

Kırım Savaşı’nın Osmanlı’ya getirdiği bir sonuç da ilk defa yabancı devletlerden alınan borç para oldu. Bab-ı Ali, Londra ve Paris’te iki banka müdürü ile görüşmüş ve alınan borca karşılık olarak Mısır’dan alınan vergi geliri gösterilmiştir. Fakat gelen para savaş masraflarını karşılayamadığından tekrar borçlanmak zorunda kalındı. İngiltere ve Fransa’nın kefaleti ile alınan bu borca ise İzmir ve Suriye gümrüklerinin gelirleri ve Mısır vergilerinin kalan kısmı gösterildi. Alınan borcun şartı da sadece savaş masrafları için kullanılabilecek olmasıydı. Böylece ilk defa dış borçlanmaya ve aynı zamanda yabancıların mali kontrolü altına girildi. Kırım Savaşı’na katılan diğer devletler ise dolaylı yoldan bazı çıkarlar elde ettiler.

            İngiltere, Rusya’nın Karadeniz’deki donanmalarının yok edilmesiyle sömürgeleri ve Yakın Doğu ticareti için bir tehlikeyi bir süre için ortadan kaldırdı.

Fransa, Rusya’nın özellikle kutsal yerler sorununu bahane ederek boğazlar ve Akdeniz’e gelerek kendi nüfuz alanlarına göz diktiğini fark edince savaşa girdi. Paris Antlaşması bu tehlikeyi önlediği için durumdan memnundu. Ayrıca Avrupa’da kendisine karşı kurulmuş olan ittifak da parçalandı.

Piyomente ise savaşa ve kongreye katılarak İtalyan birliği kurma düşüncesini devletlerarası bir yolla tanıtmıştır. Böylece İtalyan birliği meselesi Avrupa politikası konuları arasına girdi. Sonuç olarak Avrupa’da yeni bir siyasi denge kuruldu.

Islahat Fermanı

Islahat Fermanı Osmanlı Devletinin bir iç düzenleme olmakla beraber Rusya ve Avrupa’nın iç işlerine karışmasını önlemek amacıyla ilan edilmiştir. Bu ferman Paris Konferansı’nın başlamasından hemen sonra açıklandı. Fermanın getirdiği önemli hususlar şunlardı:

  • Din ve mezhep özgürlüğü sağlanacak, okul kilise ve hastane gibi binaların tamiri yapılacak
  • Müslümanlarla gayrimüslimler kanun önünde eşit sayılacak
  • Patrikhanede yeni meclisler kurularak bu meclislerin aldığı kararlar Osmanlı Devleti tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girecek
  • Devlet hizmetlerine, okullara askerlik görevine bütün uyruklar eşit olarak kabul edilecekti.
  • Vergiler eşit alınacak iltizam usulü kaldırılacak
  • Yabancılar da Osmanlı Devleti sınırları içinde mülk sahibi olabileceklerdi.

 

Cidde Olayları (1858)

Tanzimat ve Islahat fermanları ile Hristiyanlara verilen haklar ve ayrıcalıklar Müslüman halk tarafından tepkiyle karşılanmıştı. İmparatorluğun diğer yerlerinde olduğu gibi Cidde ve Suriye’de de hoşnutsuzluklara sebep oldu. Avrupalı Devletlerin koruyuculuğuna güvenen Hristiyanlar taşkınlıklara başladı. Büyük devletlerde bölgedeki çıkarları için bunları desteklediler. Yaşanan ilk olay 15 Temmuz 1858’de Cidde’de bazı kışkırtıcıların hareketiyle büyük bir halk topluluğunun Hristiyanlar üzerine yülümesiyle başladı. Olaylar sırasında İngiliz ve Fransız konsolosları öldürüldü. Bu durum olaya iki devletin doğrudan müdahalesine sebep oldu. Cidde’ye gelen İngiliz ve Fransız filosu intikam amacıyla şehri bombaladı. Olayda elebaşı olarak gördükleri kişileri yakalayıp idam ettiler. Osmanlı Devleti’ni hiçe sayarak yatıkları bu müdahale devletler hukukuna aykırı idi. Ayrıca Paris Antlaşması’ndan iki yıl sonra meydana gelen bu olay Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün garanti altında olduğunu belirten maddelerinin hem de garantör devletlerin en büyükleri tarafından ortadan kaldırılması düşündürücüdür.

Cidde olayları Müslüman halk arasında da büyük tepkiyle karşılandı. Hemen ardından yakınlığı dolayısıyla Suriye’de büyük bir bunalıma sebep oldu.

Suriye Bunalımı (1860-1861)

Suriye Bunalımı, başlangıçta bir iç olay olarak başladıysa da kısa sürede devletlerarası bir hal aldı. Bu bölgede çeşitli ırk ve inden insanlar yaşamaktaydı. Müslümanlar arasında da bir mezhep birliği yoktu. Hak mezheplerin yanında küçük mezheplerde vardı. Bunların içinde en önemlisi Dürzilerdi. Bölgedeki Hristiyanlar Ortodoks, Süryani, Katolik, Protestan ve Marunilerden oluşuyordu. Bölgedeki halk Haçlı Seferleri sırasında kurulmuş bir çeşit derebeylik sistemiyle yönetiliyordu. Osmanlı’da bölgeyi ele geçirdikten sonra buna yakın bir sistemle idareyi sürdürmüştür. 19. yüzyıla gelindiğinde Suriye’de bu farklı din ve mezhepler ulus yerine geçmiştir. Bu nedenle aralarında sürekli geçimsizlikler yaşanmıştır. Özellikle Dürziler ile Maruniler arasındaki çatışma tehlikeli boyutlardaydı.

Osmanlı Devleti’nin güçten düşmesi bu coğrafyada denge kurucu rolünü azaltmış bu nedenle Avrupalı Devletler bölgede söz sahibi olmak için yerel halk ile ilgilenemeye başlamıştır. Olaylara İngiltere ve Fransa’nın müdahalesi ile daha da önemli bir boyut kazandı. Fransa, Suriye ve Çukurova çevresi için bölgeyle ilgilenmiştir. Kısacası bölgeye olan ilginin nedeni Suriye’nin coğrafi önemi ve buradaki Katoliklerdir. Ayrıca Kapitülasyonların verdiği olanaklar ile bölgede geniş ticari ilişkileri vardı. Fransızlar bölgede okullar açarak kültürlerini yaymaya çalışmıştır. Böylece dini kültürel ve ticari üstünlük sağlayarak bunu siyasi baskı aracı olarak kullanmıştır. İngiltere ise Suriye’nin özellikle Doğu sömürge yolları üzerindeki etkili olduğu için bölgeyle ilgilenmiştir. Bölgede meydana gelen gelişmelerden endişe duymuştu. Zira Lübnan’da Marunilerin lehine bozulacak denge bütün Suriye’nin Fransa’nın nüfuzu altına girmesine sebep olabilirdi. Oysaki İngiltere, Mısır ve Suriye’nin Hint yolu açısından ne kadar önemli olduğunu görmüş Fransa gibi güçlü bir devletin kendi çıkarlarına zarar verebileceğini anlamıştı. Bu yüzden bir Ortadoğu politikası geliştirerek Fransa ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Fransa Marunilerin kışkırtırken İngiltere Dürzileri tutmuştur. Böylece iki büyük Avrupa Devleti’nin Suriye üzerindeki çekişmesi zaten var olan Dürzi Maruni çekişmesini şiddetlendirmiştir.

 Çatışmalar Cidde Olaylarının da etkisiyle 1860 yılında başlamış büyük bir isyan halini almıştır. Pek çok Hıristiyan katledilmiştir. Babıali düzeni yeniden sağlamak için dışişleri bakanı Fuat Paşa’yı olağanüstü yetkilerle Suriye’ye göndermiştir. Gerekli önlemler alınmış güvenlik sağlanmıştır.

Avrupa kamuoyunda Türkler aleyhinde bir tepki oluştu. Avrupa Devletleri Fransa’nın öncülüğünde silahlı bir müdahaleye karar verdiler. Fransa bunu fırsat bilerek Lübnan’a bir kuvvet göndermiştir. Hemen arkasından diğer Avrupalı devletlerinin de gemileri de Beyrut Limanına toplanmıştı. Bu sırada zaten olaylar yatışmıştı. Fakat yine de devletlerarası bir sorun haline gelmesine engel olunamadı. Devletlerin baskısı sonucunda Lübnan’ın geleceğini yeni bir statüye bağlamak için beş büyük devlet ve Osmanlı temsilcilerinden meydana gelen bir komisyon kuruldu. Bu komisyonda 1861’de Lübnan Nizamnamesi hazırlandı. Buna göre Fransız birlikleri Lübnan’ı boşalttı Osmanlı hükümeti buraya bir Katolik Ermeni olan Davit Efendi’yi ilk mutasarrıf olarak atadı. Böylece Suriye bunalımı sonucunda bölgede devletlerarası bir antlaşma ile idari mali ve adli özerkliğe dayanan bir statü kuruldu. 1864 yılında yapılan değişikliklerle birlikte bu statü bölgede artan Fransız etkisiyle 1914’e kadar devam etti. Sonuç olarak büyük devletlerin bu etkisi ve baskısı Osmanlı Devleti’nin bölgedeki otoritesine darbe vurmuştur.

Süveyş Kanalı’nın Açılması

Süveyş kanalının Romalılar hatta daha eski dönemlerde var olduğu fakat sonraları dolarak kapandığı bazı kayıtlarda vardır. Dönem dönem kanalın yeniden açılması gündeme gelmiştir. Yakınçağlarda Napolyon Mısır’ı işgal edince Akdeniz ile Kızıldeniz’i birleştirmeyi düşünmüş fakat Mısır’dan ayrılınca bu fikir gerçekleşmemiştir. Kanalı’nın tekrar açılması Sait Paşa’nın Mısır valiliği döneminde gündeme gelmiştir. Fransızlar kanalın açılması için bir öneri sunmuş fakat İngiltere kendi çıkarları için buna karşı çıkmıştır. Bu sırada Kırım savaşı devam etmekteydi bu yüzden İngiltere’ye ihtiyacı olan Babıali Fransızların bu teklifini onaylamadı. Fakat buna rağmen Said Paşa’nın desteğiyle Fransızlar Süveyş şirketini kurmuştur. Şirketin hisse senetlerinden Fransa ve Osmanlı başta olmak üzere İspanya, Hollanda ve İngiltere de pay ayrılmıştır. Fakat İngiltere bunu kabul etmemiştir ve bu mesele Fransa ile İngiltere arasında diplomatik bir sorun haline gelmiştir. Bu sırada gerekli hazırlıklar yapılmış ve kanalın açılma çalışmalarına başlanmıştır. Osmanlı Devleti de İngiltere’nin tavrını değiştirmesi üzerine tavrını değiştirerek 1866’da Kanal’ın açılmasına resmen izin vermiştir. 1869’da tamamlanan Süveyş kanalı pek çok Avrupa hükümdarlarının da bulunduğu törenle açılmıştır. Bu vesile ile Mısır Hidivi İsmail Paşa, kendisini bir hükümdar gibi göstermiş ve Kanalın dünya için önemini belirtmiştir.

Süveyş Kanalı’nın açılması yüzyıllardan beri kapalı bir deniz olan Akdeniz’i açık deniz haline getirmiştir. Batı ile doğu arasındaki su yolu bağlantısı kısalmıştır. Zaten önemli yollar üzerinde bulunan Mısır’ın durumunu siyasi ekonomik ve ticaret yönünden daha da değerlendirmiştir. Doğu Akdeniz’in stratejik önemi artmıştır. Bu ise bölgeyi sömürgecilerin eline özellikle İngiltere ve Fransa’nım rekabet alanı haline getirmiştir.

Eflak ve Boğdan Olayları, Romanya’nın Kuruluşu

1856 Paris Antlaşması ile birlikte Eflak ve Boğdan’ın Osmanlı Devleti ile olan bağı sadece vergi vermekten ibaretti. Bölgeyi geçici olarak işgal eden Avusturya 1857’de bölgeden çıktı. İki ayrı meclis tarafından yönetilen iki beyliğin halkı bu ortamdan yararlanarak bir araya gelmek için harekete geçti. Yaşanan bu gelişmelere Avrupa Devletleri’nin de ilgilenmesiyle mesele devletlerarası bir sorun haline geldi. Romen birliğinin sağlanması ile ilgilenen devletlerin başında Fransa gelmekte idi. III. Napolyon dış politikada Katolikliğin ve bağımsızlığın önderliğini yaptığını esas aldığından İtalyan birliğine olduğu kadar Rumen birliğini de destekledi. Böylece Doğu Avrupa’da söz sahibi olmayı ve Avusturya’yı da doğudan baskı altına almayı planlamıştır. Rusya ise hem Osmanlı Devleti’ne hem de Balkanlarda çatışma içinde olduğu Avusturya’ya karşı bir denge unsuru olacak ve kendi nüfusunu kendi geliştirebilecek olan bir Romen birliğine taraftar idi. Prusya ile Piyemonte ise ulusal birliklerini kurmaya çalıştıklarından Romen birliğinin taraftarıydılar. Avusturya- Macaristan İmparatorluğu, Rusya ile Fransa’nın bölgede güç sahibini olmalarını istememiştir. İngiltere ise Avrupa’da güçler dengesinin devamından yana olduğu için Osmanlı toprak bütünlüğünden yana Romen birliğine karşı çıkmıştır. Osmanlı Devleti ise hem politik alanda bir kayıp hem de diğer unsurlara kötü örnek olacağı için Romen birliğini desteklememiştir. Fakat olaylar Fransa’nın girişimi ve baskılarıyla birlik yönünde gelişmeye başladı.  İlk olay 1856 Paris Antlaşması gereğince yapılan seçimlerle başladı. Avrupa komisyonu gözetiminde yerel seçimleri yapıldı. Birliğe karşı olanlar seçimleri kazandı. Ancak bu sonuca Fransa, Rusya ve Piyemonte seçime hile karıştırıldığını iddia ederek karşı çıktılar. Osmanlı Devleti bunu kabul etmese de Napolyon’una diplomatik ilişkilerin kesileceği konusundaki tehdidi karşında seçimleri yenilemek zorunda kaldı. Bu defa yenilenen seçimleri birlik taraftarları kazandı.

1857 toplanan Eflak ve Boğdan meclisleri iki beyliğin Romanya adı altında birleştirilmesine karar verdi. Osmanlı Devleti duruma itiraz etti ve Paris’te 1858’de bir konferans toplandı. Avusturya ve İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ni desteklemesi ile Fransa daha ileri gidemedi. Konferansta alanın karalar ile Avrupa Devletleri aslında Eflak ve Boğdan’ın bir isim altında birleştirmişti. Fakat yine de Osmanlı Devleti’ne bağlı kalması kabul edilmişti. Ne var ki beyliklere içişlerinde sağlanan haklar aslında iki beyliğin birliği yolunda atılan yeni adımlar oldu. Nitekim 1859’da Boğdan meclisi ve Eflak meclisi aynı kişiyi Alexander Susan’ı voyvoda olarak seçti. Böylece birlik sağlanmış oldu. Osmanlı Devleti duruma karşı çıktı. Paris’te yeni bir konferans toplandı.
Ancak Osmanlı ve Avusturya’nın karşı duruşu kolaylıkla kırıldı. Doğu Avrupa’da yeni kargaşalara meydan vermemek için konferans Susan’ın ortak voyvodalığını kabul etti. Osmanlı Devleti’ de büyük devletlerin baskısına boyun eğerek bunu onayladı. Susan, İstanbul’a gelerek burada bağımsız bir prens gibi ağırlandı. 1861’de bir ferman ile Eflak Boğdan’ın merkezi bir yönetime sahip olması kabul edildi. 1862’de de Bükreş’te toplanan ilk meclis ile Romanya prensliği kurulmuş oldu. Her ne kadar padişaha bağlılıklarını bildirmiş olsalar da bu durum 1878 yılında bağımsızlıklarını ilen ettikleri güne kadar sürdü.

 

Sırbistan Olayları

Sırbistan Açısından

  1. yüzyılın başlarından itibaren Sırplar Osmanlı’ya karşı isyan hareketlerine başlamışlardı. Özellikle Osmanlı-Rus savaşı sonunda yapılan antlaşmalar ile bazı haklar elde etmişlerdi. :
  • 1829 Edirne Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin buradaki egemenliği sınırlandırıldı.
  • 1856 Paris Antlaşması ile Sırbistan Avrupalı devletlerin ortak garantisi altına alındı. Ayrıca bu antlaşmaya göre Osmanlı Devleti bu bölgede batılı devletlerin izni olmadan askeri müdahalede bulunamayacaktı. Bu sayede Sırbistan sadece Rusya’nın değil diğer büyük devletlerin de koruyuculuğuna girmiştir. Bundan sonra Sırplar daha cesur davranmaya başlayıp Osmanlı Devleti’nden ayrı, bağımsız bir devlet olmak için çalışmalara başlamışdır.

Osmanlı Devleti Durumu

Bu antlaşmalar Osmanlı Devleti açısından ise olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Söz konusu antlaşma ile Osmanlı Devleti, Belgrad ile birkaç kale dışında Sırbistan’da asker bulundurma hakkı sınırlandırılmıştır. 1861’e gelindiğinde Sırplar, Türklere karşı düşmanca tavırlarını arttırdılar. Türk asker ve halkını Sırbistan’dan çıkarmak için saldırılara başladılar. Bu noktada olaya Avrupalı devletler müdahale etti. 1862’de İstanbul’da uluslararası bir konferans toplandı. Sırbistan’daki Türk kalelerini görüşmek üzere İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Piyemonte konferansa katıldı. Konferansın sonucunda İstanbul Protokolü imzalandı. Buna göre Osmanlı Devleti’nin Sırbistan’daki bazı kalelerden çekilmesine karar verildi. Sadece Belgrad ile birkaç kaç kale Osmanlı’da kaldı. Türkler sadece bu kalelerde oturabilecek diğerleri sınır dışı edilecektir.

Böylece Osmanlı Devleti’nin Sırbistan’daki egemenliğine son vermek üzere adımlar atılır. Zira Sırplar Belgrad’ın hala Türklerin elinde bulunmasından memnun değildiler. Gerilen ortam tekrar büyük devletlerin baskıları ile çözüldü. Şöyle ki 1867 itibari ile Osmanlı Devleti Sırbistan’daki tüm kalelerden çekilme kararı aldı. Belgrad ve diğer kaleler Sırplara terk edildi. Sadece Belgrad’da egemenliğin devam ettiğini gösteren bayrak Sırp bayrağının yanında kalmıştır. Osmanlı Devleti fiilen bir toprak parçasını daha kaybeder yine de Sırbistan şeklen de olsa 1878’e kadar İstanbul’a bağlı kalmıştır.

Karadağ İsyanı

Karadağ’a coğrafi yapısı nedeniyle fethedildiği günden itibaren içişlerinde serbest yönetim tanınmıştır. 16. yüzyıldan itibaren de ülke Vladika denilen piskoposun eline geçmiştir. Böylece ülkede teokratik bir yönetim kurulmuştur.

Karadağ, Avusturya ve Rusya’nın kışkırtmaları ile Osmanlı Devleti’ne isyan etmeye başlamıştır. Sonraki sürelerde de Yunan ve Sırp isyanları, Osmanlı-Rus savaşları ve Rusya başta olmak üzere Avrupalı devletlerin giriştikleri Osmanlı aleyhinde faaliyetler Karadağlıların başkaldırmasına sebep oldu.18 yüzyılda Karadağ üstündeki Rus etkisi çoğalmıştı. Ruslara güvenen Karadağlılar topraklarını genişletmek için çevredeki bölgelere saldırdılar. Hatta 1851’de Avusturya ve Rusya’nın onayı alındıktan sonra Vladika unvanı bırakılıp Karadağ prensliği ailesi kurulur. Yani bağımsızlığa giden yönetim kuruldu. Bu prenslik İngiltere ve Fransa tarafından tanındı. Osmanlı Devleti bu gelişmelere karşı çıktı. Zira bu durumda Karadağ bağımsız olabilir hatta Balkanlar’daki diğer toplumları etkileyebilirdi. Bu yüzden Osmanlı-Karadağ mücadelesi başladı. 1853’te ve 1856’ta iki defa savaş durumuna gelinse de Rusya ve Avusturya baskıları sonucu her iki tarihte de antlaşma yapılır ve savaştan önceki duruma geri dönüldü. Fakat 1861’de Karadağlıların Hersek isyanına destek vermeleri üzerine Osmanlı Devleti Hersek’e ve Karadağ’a karşı harekete geçti. Büyük devletlerin tarafsız kalmasıyla Karadağlılar yenildi. Karadağ ve Osmanlı arasında 1862 İşkodra Barışı imzalandı. Babıali Karadağ’ın eski statüsünü küçük değişikliklerle devam ettirdi.

 

Girit İsyanı

Fethedildiği günden itibaren inanç ve dillerini serbestçe kullanan Girit halkı Osmanlı Devleti’nin zayıflaması, ulusçuluğun gelişmesi, yabancı devletlerin kışkırtmaları ve Etniki Eterya Cemiyeti’nin propagandası sonucu Osmanlı Devleti’ne karşı isyan hareketine başladılar.

Girit’te ilk isyan 1821 Mora isyanı ile paralel olarak başladı. II. Mahmud isyanı bastırması için Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yı görevlendirir ve isyan başarılı bir şekilde bastırılır.

İkinci isyan 1830’da yaşanmıştır. Girit halkı bu defa Yunanistan’a bağlanmadıkları için isyan etmişlerdir. M. A. Paşa bu isyanı da bastırdı.

1841 yılında Rumlar, adaya gelen Yunan göçmenlerinin kışkırtmaları ile yeniden isyan hareketlerine girişti. Bu isyanlar her defasında bastırıldı. Bu arada Yunanistan’da Osmanlı Devleti aleyhine genişleme girişiminde bulunur. Girit’teki Rumlara her türlü yardımda bulunarak isyana teşvik eder. Böylece Girit, Yunanistan ile çekişme konusu olmuştur.

1825 Viyana Kongresi ile yerleştiği 7 adayı İngiltere 1864 yılında Yunanistan’a biraktı. Sonrasında Rumlar Ege’deki bütün adaları ele geçirerek Büyük Yunanistan’ı kurma hedefini benimsediler. Yunanlılar Girit’i de ele geçirmek için adaya gönderdikleri papaz ve öğretmenler ile halkı isyana kışkırttılar. Sonuçta 1866’da Girit’te büyük bir isyan başladı. Rumlar kendi kendilerine hükümet kurarak Girit’in Yunanistan’a bağlandığını ilan ettiler. Osmanlı bu duruma hemen müdahale etti. Büyük Devletler Girit’in Yunanistan’a terk edilmesini ya da özerklik verilmesini önermiştir. Fakat bu öneri Babıali tarafından reddedildi. İsyanın giderek büyümesiyle yabancı devletlerin bir kez daha Osmanlı içişlerine müdahale fırsatı doğdu. Büyük Devletler adadaki Rumları kendi gemileri ile Yunanistan’a taşıdılar.

Osmanlı Devleti yabancı devletlerin müdahalesini önlemek için Girit’te yeni bir düzen kurmak istemiştir. Buna göre Genel af ilan edilir. Sadrazam Mehmed Ali Emin Paşa adaya gönderilerek Islahat programı uygulanmıştır. Buna göre vergiler azaltılacak, valinin yanında biri Müslüman biri de Hristiyan iki danışman olacak, yerel ve genel meclisler kurulup üyeleri Müslüman ve Hristiyanlardan seçilecek, ada sancaklara ayrılacak bunların başına Müslüman ve Hristiyan yöneticiler getirilecek, resmi yazışmalar Türkçe ve Rumca olmak üzere iki dilde yapılacaktı.

Sonuç itibariyle Girit’e özerlik veren yönetim şekli kuruldu. İsyan yatışmaya başladı. Fakat bu durum Yunanistan’ı memnun etmemiş ve Yunanistan, Girit göçmenlerinin adaya dönmesini devletlerarası bir sorun haline getirmiştir. Giritli Rum göçmenlerinin durumu Avrupa kamuoyunda tartışıldı. Göçmenlerin karşılaştığı kötü koşullar Yunanistan aleyhinde bir durum meydana getirdi. Avrupalı devletlerin de desteğiyle Babıali göçmenlerin Girit’e serbestçe dönmelerini talep etti. 1868’de bu mesele yüzünden iki devlet arasında savaş hali belirse de Avrupalı devletlerin harekete geçmesiyle olası savaş engellendi.

Türk-Yunan ilişkilerini görüşmek üzere 1869’da Paris’te bir konferans düzenlendi.  Yunanistan gözlemci olarak katıldığı konferansta kabul edilen bildiriye göre: Yunanistan Osmanlı’ya karşı çeteler toplamaktan vazgeçecek, Girit asilerine destek vermeyecek, göçmenlerin Girit’e dönmesine engel olmayacaktı. Yunan hükümetinin bu bildiriyi kabul etmesiyle Girit sorunu sona erdi. Böylece İngiltere’nin isteği doğrulusunda statüko korunmuş ve bir Doğu Akdeniz bunalımı önlenmiş oldu. Fakat bu geçici bir durum idi. Çünkü ne Yunanlılar ne de Giritli Rumlar bu durumdan memnundu. Bu yüzden amaçlarını gerçekleştirmek için yeni fırsatlar beklemeye başladılar.

 

1871-1877 Arasındaki Olaylar

Karadeniz’in Tarafsızlığı

1870 Sedan Savaş’ı sonucunda Avrupa güçler dengesi büyük ölçüde değişti. Rusya Paris Antlaşması’nın hükümlerini değiştirebilmek için beklediği fırsatı yakaladı. Antlaşma’nın Karadeniz ile ilgili hükümlerine uymayacağını bildirdi. Akabinde Londra’da büyük devletlerin katıldığı bir konferans toplandı. Buna göre boğazların savaş gemilerine kapalılığı ilkesi devam etti. Fakat Karadeniz’in kapalılığı ve tarafsızlığı ortadan kalktı. Bu da Rusya’nın burada silahlanmaya başlaması ve Karadeniz kıyılarının yeniden Rus tehdidine açılması anlamına geliyordu. 1856 Paris Antlaşma ile kurulan güçler dengesi böylece bozulmuş, devletlerarası ilişkilerde önemli değişiklikler olmasına yol açılmıştı. 1871 Londra Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin dış politikada İngiltere ve Fransa’ya karşı olan güven kaybedildi. Özellikle Rusya tarafından yapılan Hıristiyan uyrukları koruma politikası konusunda ortak çıktıkları görüldü. Her iki devletinde Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğüne taraftar görülmelerine rağmen iç ve dış ilişkilerine karıştıkları görülmüştür. Nitekim bu tavırları sonucunda çıkan isyanlarda asilere geniş haklar verilmek zorunda kalındı. Bu nedenlerden dolayı İngiltere ve Fransa yerine Osmanlı Devleti zaman kazanmak için Rusya’ya yaklaştı. Bununla birlikte Rusya’da buna tarafta idi. Rus elçisi İgnatiyev Osmanlı Devleti’nin topraklarının diğer devletlerle paylaşılması yerine Devleti Rus nüfusu altında bulundurmayı daha yararlı bulmuştur. Bu fikir Rus çarı tarafından da benimsenmiş ve iki devlet karşılıklı olarak zaman kazama fikrinde birleşmişlerdir.

Bu sırada sadarete gelen Mahmud Nedim Paşa ile Osmanlı Devleti’nin iç ve dış politikasında önemli değişiklikler oldu. Sadrazam Rus nüfusuna dayanarak içte baskı dışta işe Rus dostluğuna önem verdi. Bu sırada Osmanlı Devleti’nde iç ve dış olaylar devleti tehlikeli bor yola sürüklemekteydi. Mali durum iyice kötüleşmiş. Rusya’nın kışkırtmaları ile başta Hersek olmak üzere Balkanlar’da büyük bir hareketlilik başlamıştır. Buna rağmen Sadrazam Mahmud Nedim Paşa Rusya’ya büyük bir güven duymaktaydı.

Hersek’te bütün balkanları ayaklandıracak olan bir isyan başladı. Bu isyanla başlayan balkan bunalımı 1877-1878 yakın nedeni olmuştur. Rusya’nın giderek güçlenmesi ve yayılmacı bir siyaset izlemesi sonucunda sınırlarını ve etki alanını genişlettikçe Kafkaslar, Karadeniz ve Balkanlar’da olduğu gibi 1870’li yıllarda Orta Asya’da da bu devletten kaynaklanan sorunlarla karşılaşmış. Sonunda Türkistan’daki etkisini hemen hemen kaybetmiştir.

Yemen İsyanı

Yemen, yerel yönetimler arasında sürekli anlaşmazlıkların yaşandığı bir yerdi. 19. yüzyılda devletin bölge üzerindeki etkisi zayıflamıştır. Bu durum bölgeye başka güçlerin egemen olmak için girişimlerine yol açmıştır. Nitekim İngiltere 1839’da Aden bölgesini ele geçirmiş.  1870’te ise Yemen’de devlete karşı bir isyan başlamıştır. İsyan kısa sürede bastırılmış. Yemen yeniden örgütlenerek bir il şeklinde merkeze bağlanmıştır. Osmanlı Devleti egemenliğini daha güneye götürmek istemiştir. Fakat burada karşılarına İngiltere çıkmıştır. Çünkü Kızıldeniz’in bu stratejik noktasında İngiltere hak iddia etmeye başlamıştır. Bu şekilde Osmanlı Devleti Yemen’de egemenliğini yeniden kurmuşsa da İngiltere’nin çıkarlarıyla çatışan bölgeye gelindiğinde egemenlik daha güneye götürülememiştir. Bu sırada başka bir iç sorunla Balkan bunalımıyla uğraşmak durumunda kalmıştır.

Balkan Bunalımı

1870’lere gelindiğinde Rusya Panslavizm hareketini sistemleştirmiş. Doğu Avrupa’daki politikasını gerçekleştirmek üzere yeni bir araç olarak kullanmaya başlamıştır. Rus yayılmasını esas alan Panslavizm akımı önce Osmanlı’yı sonda Avusturya-Macaristan’ı hedef almıştır.

Hersek İsyanı

Paris Antlaşması ile Osmanlı Avrupa’sında kurulan denge 1870’den sonra Rusya tarafından bozulmuştur. Bu durum Balkan, Hristiyan toplumlarına Osmanlı yönetiminden ayrılmak için cesaret vermiştir. Hersek isyanı görünüşte Hristiyanlardan bazılarının vergi vermemek için başlattıkları bir isyandı. Osmanlı Devleti, Avrupalı Devletlerin müdahalesini önlemek için önce İsyancıları uyarı ile yola getirmek istedi. Ancak bu da devletin olay karşısında güçsüz kaldığı izlenimini verdi. İsyanın daha da büyümesine sebep oldu. Bu defa Babıali, asilerin üzerine kuvvet göndermiştir. Fakat ayaklanma Bosna, Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan’da coşkuyla karşılanmış. Özellikle Karadağ ve Sırbistan’dan her türlü yardımı göndermiştir. Bu yardımlar isyanın batırılmasını önlemiş bilakis isyan yayılmış ve bütün Balkanları tehdit eder duruma gelmiştir. Hersek İsyanı kısa sürede çözülmesi zor bir balkan bunalımına dönüşmüştür.

Avrupalı Devletler içinde ilk harekete geçen Avusturya olmuştur. Sorun önce Berlin’de doğu sorunu çerçevesinde ele alınmıştır. Avusturya, Almanya, Rusya arasında yapılan görüşmeler neticesinde devletin Bosna Hersek’te bir takım ayrıcalıklar vermesi için bir tasarı hazırlanmıştır. Babıali içişlerine müdahaleyi anlayınca hemen bir ferman çıkararak Bosna Hersek’e bir takım ayrıcalıklar vermiştir. Fakat isyan durdurulamamıştır. Berlin’de alınan kararlar neticesinde Osmanlı Devleti’ne bir nota verilmiştir. Osmanlı Devleti notadaki istekleri zaten öncede verilmiş olduğunu belirterek bu notayı kabul etmiştir. Fakat asiler bu notadaki haklarını az görerek kabul etmediler. Bundan sonra Balkan sorununda inisiyatif Rusya’nın eline geçti. Rusya’nın girişimiyle 1876’da Berlin’de Almanya, Rusya, Avusturya arasında Berlin Memorandumu imzalandı. Berlin Memorandumu Paris Antlaşması’nda imzası bulunan diğer devletlere de gönderildi. Fransa ve İtalya buna katılırken İngiltere bunu reddetti. Bu gelişmeler İstanbul’da İngiltere’nin nüfusunu artırırken Rusya’ya kızgınlık artmıştır. Böylece Hersek isyanı ile başlayan büyük devletlerin karşı karşıya kaldığı bir sorun haline geldi.

Bulgar İsyanı (1876)

Bulgarlar arasında Osmanlı Devleti’nden ayrılmak fikri 19. yüzyıl başlarında başlamıştı. 19. yüzyıl ortalarından itibaren Bulgarlar arasında gelişen ulusçuluk akımı ile Ruslarında faaliyetleri sonucunda öncelikle kültür ve eğitim çalışmaları örgütlendi. Bunların bir sonucu olarak bağımsız Bulgar kilisesi kurulmuştur. Kilisenin bağımsızlığının ardından bu defa Bulgarlar siyasi olarak bağımsızlık için çalışmaya başladılar. 1876’da bir ayaklanma başlattılar. Bu ayaklanma kısa sürede bastırılmış ve Osmanlı Devleti’nin aldığı önlemlerle bu davranışlar sonuçsuz kalmıştır.

 

Osmanlı Tahtındaki Değişiklikler

Osmanlı Devleti’nin Balkan bunalımı ile içine düştüğü siyasi çıkmaz ekonomik ve mali durumun kötüye gitmesi padişaha ve hükümete karşı giderek büyüyen bir tepki oluşturdu. Rus elçisi İgnatiyev’in telkinleriyle iç ve diş borçların faizlerini %50 oranında indirmeye karar verilmiştir. Osmanlı Devleti’nin iflası anlamına gelen bu olay Avrupa’da Osmanlı aleyhinde protestolara neden oldu. Böylece Kırım Savaşı sırasında doğmuş olan Avrupa Osmanlı yakınlığı sona ermiştir. Zaten Rusya’nın da amacı budur.

Balkan bunalımının bütün şiddetiyle sürdüğü bu sıralarda hükümetin iç ve dış politikadaki başarısızlıkları neticesinde İstanbul’da güvenlik giderek bozulmuş halk silahlanmış, medrese öğrencileri ayaklanmıştır. Bunun üzerine hükümet değişikliği yapılarak Hüseyin Avni ve Mithat paşaları göreve getirilmiştir. Fakat ne yeni hükümetin padişaha ne de padişahın yeni hükümete güveni yoktu. Ayrıca Mithat Paşa Avrupalı devletlerin Osmanlı’nın içişlerine karışmasını engellemek ve devletin içinde bulunduğu güç durumdan kurtarmak için bir anayasa ilanından yanaydı. Diğer yandan Genç Osmanlılar olarak adlandırılan aydınlar da özellikle yurt dışında faaliyetlerine devam etmekteydi. Ne var ki bu anayasalı rejimi Abdülaziz’e kabul ettirmek mümkün değildi. Bu yüzden Mithat Paşa Abdülaziz’i tahtan indirerek 5. Murad’ı padişah yaptı. 5. Murad’ın akli dengesinin yerinde olmadığı anlaşılınca başta Mithat Paşa olmak üzere devlet adamları İmparatorluğun bu bunalımlı döneminde 5. Murad’ın hükümdarlıkta kalmasının zararlı olacağını karar verdiler. Sonuçta 1876’da 5. Murad tahtan indirilerek Mithat Paşa’ya önceden meşrutiyeti ilan edeceğine söz veren Abdülhamit padişah yapıldı.

Osmanlı-Sırbistan-Karadağ Savaşı

Osmanlı Devleti’nde meydana gelen bu iç olaylar balkan toplumlarına yeniden cesaret verdi. 1875 Herksek isyanında Sırbistan ve Karadağ isyancılara yardım etmişti. Başta Rusya olmak üzere Avrupa Devletleri’nin gösterdiği ilgi ve teşvik Sırbistan ve Karadağ’a bağımsızlıklarını kazanma ümidi vermiştir. Bu amaçla Sırbistan ve Karadağ silahlanmış Sırp ordunsun başına Rus general getirilmiştir. Bununla birlikte isyan sonucunda beklenen sonuç elde edilememiş ve Osmanlı Devleti’nde savaş açmaya karar verdiler. Sırp prensi Milan, Bosna’nın Sırbistan’a Hersek’in, Karadağ’a verilmesini istedi ve Osmanlı Devleti’ne savaş ilan edildi. Osmanlı Devleti yine Avrupalı Devletlerin müdahalesini engellemek için bu savaşta kendini savunmaktan başka bir amacının olmadığını belitti. Fakat yine de Avusturya ve Rusya harekete geçtiler. Yapılan antlaşmaya göre Osmanlı Devleti’nin yenilmesi halinde bu topraklar paylaşılacak galip gelirse Osmanlı Devleti’ne hiçbir kazanç sağlamayacaktı. Fakat beklenenin aksine Türk kuvvetleri Sırp ve Karadağlıları bozguna uğrattı ve duruma hakim oldu. Bu Sırp yenilgisi üzerine Balkanlardaki etkisinin azalacağını gören Rusya Osmanlı Devleti’ne bir ültimatom vererek savaşa son vermesini istedi. Osmanlı hükümeti de bunu kabul etti.

İstanbul (Tersane) Konferansı (1876)

Rusya’nın verdiği ültimatom ile bir mütareke yapılmasını sağlamış ve Balkanlarda inisiyatifi ele almıştır. Bundan sonra ise “Balkan Bunalımı” genel bir doğu sorunu haline gelmiştir. Rusya’nın bu doğu sorununu tek başına çözmeye kalkışması, İngiltere’nin çıkarlarını tehlikeye düşüreceğinden dolayı İngiltere 1876’da Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün devamından yana olduğunu açıkladı. Böylece Balkan Bunalımı İngiltere ve Rusya’yı karşı karşıya getirdi. Sorun devletlerarası bir konferansta ele alındı. İstanbul’da yapılan konferansa Paris Antlaşması’na katılan bütün devletler temsilci gönderdi. Bu toplantı sırasında Osmanlı Devleti Meşrutiyeti ilan etmiş dolayısıyla konferansın toplanmasına gerek olmadığı belirmiştir. 23 Aralık 1876 böylece Osmanlı Devleti yabancı devletlerin önerilerini hafifletmek istemiştir. Fakat Avrupa devletlerinin temsilcileri üzerinde beklenen etki oluşmamıştır. Babıali’nin amacı meşrutiyeti ilan etmekle bundan sonra Hristiyan toplumların kendi temsilcileri vasıtasıyla sorunlarını mecliste çözebileceklerini, dolayısıyla Avrupalı devletlerin bunları savunmalarına gerek kalmadığı belirtilmiştir. Fakat konferansa katılan devletler bunun çalışmalarını önlemeye yönelik olduğunu önlemeye yönelik olduğunu düşünerek toplantıya devam etiler. Konferans sırasında alınan kararlar Osmanlı Devleti tarafından reddedildi. Konferans dağıtıldı. Osmanlı Devleti ile bu devletler arasında bir gerginlik oluştu.

Londra Protokolü

İstanbul Konferans’ında bir sonuç alınamayınca Rusya yeni girişimlerde bulundu. 1877’de Avusturya ile Rusya Bir antlaşma yaptı. Böylece Rusya bir savaş anında Avusturya’nın tarafsızlığını sağladı. Hemen arkasında Almanya’nın da desteğini aldıktan sonra İngiltere ve Fransa ile anlaştı ve bu devletler Balkan sorunu ile ilgili bir protokol imzaladılar. Böylece Osmanlı Devleti büyük devletlerin Rusya’nın yanında, kendisinin karşısında olduğunu gördü. Kendisinden talep edilen konuları reddetti. Bu suretle Kırım Savaş’ında kurulmuş olan yakınlık Rusya’nın ilerlediği politika sonunda yıkılmıştır. Bu ortamdan yararlanan Rusya Osmanlı Devleti’ne karşı yeni bir savaş başlatmıştır.

1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi (93 Harbi)

Rusya’ya göre Osmanlı Devleti, Londra Protokolünü reddederek Balkanlar’da barış ve güvenliğin korunmasını istememişti. Bu nedenler Rusya Balkanlarda kendi çıkarlarını korumak ve Hristiyan toplumlarının güvenliğini sağlamak üzere harekete geçeceğini belirtmiştir. Böylece 1875’den beri süren “Balkan Bunalımı” savaşın yakın nedeni olmuştur. Gerçekte ise Rusya’nın amacı Karadeniz’e egemen olmak, Osmanlı Devleti’ni güçsüz bırakmak, Boğazları ele geçirmek idi. Osmanlı sınırlarındaki Slavları korumak ise görünürdeki neden idi. Osmanlı Devleti, Rusya’nın Müslüman ülkeler aleyhinde giriştiği istila hareketi hakkında dikkat çekmeye çalışmış ve Müslüman ulusları, Rusya’ya karşı mücadeleye davet etmiştir. Rusya sadece Balkanlarda değil Asya’da da rakip gördüğü Osmanlı Devleti’ne bir darbe vurmak Orta Asya, Kafkaslar, Karadeniz, Boğazlar ve Balkanlar çizgisinde güneye inmek için yeni bir savaşa hazırlanıyordu. Diğer devletler bu durum karşısında tarafsızlıklarını ilan ettiler. İngiltere ise kendi çıkarları tehlikeye girecek olursa diye Çanakkale’ye bir donanma göndermiştir. Rusya 24 Nisan 1877’de Osmanlı’ya savaş ilan etti. Savaş Balkanlar ve Doğu Anadolu olmak üzere iki cephede yaşandı. Bu sırada Romanya Sırbistan ve Karadağ da savaşa girdiler. Doğu Cephesi’nde Gazi Muhtar Ahmet Paşa, Tuna Cephe’sinde Gazi Osman Paşa mücadele ettiler. Gazi Osman Paşa’nın esir düşmesi ile Ruslar Çatalca’ya kadar ilerlediler. Doğu’da Erzurum’a batıda İstanbul önlerine kadar geldiler. Osmanlı Devleti mütareke için doğrudan Rusya’ya başvurarak 1878’de Edirne Mütarekesi’nin yapılması sağlanmıştır. Böylece savaş sona ermiştir.

Bu sırada Osmanlı Devleti içine düştüğü kötü durum halkın tepkisine yol açmıştır. Bundan çekinen II. Abdülhamit devletin yönetimini istediği şekilde ele alabilmek için meclisi kapatıştır. Edirne Mütarekesi ile Rusya, Avrupa güçler dengesinde bir üstünlük sağlamıştır. Bu da başta İngiltere olmak üzere Avrupalı devletleri harekete geçirdi. İngiltere ve Rusya tekrar karşı karşıya geldi. İngiliz filosu adalar önüne, Ruslar Ayastefanos’ta olduğu halde Osmanlı Devleti her türlü destekten yoksun ve tehlikeli bir durumda yapılacak barışı bekledi. Bu koşullar altında 3 Mart 1878’de Ayastefanos Antlaşması imzalandı. Buna göre Rusya Slavcılık politikasının zaferini kazanmış. Osmanlı Devleti’ni istediği gibi parçalamış, Balkanlar ve Anadolu’ya yerleşmişti. Osmanlı Devleti ise Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlıklarını tanımış ve bu toprakları kaybetmiştir. Özerk bir Bulgaristan prensliğinin kurulması İstanbul ve Rumeli arasındaki bağı koparmıştır. Ayrıca Ermeniler üzerinde Rusya’ya ya söz hakkı tanınmıştır. Böylece Ermeni sorunu resmen başlamıştır. Savaş sırasında diğer devletler tarafsız kalmışsa da sonunda imzalanan antlaşmaya büyük tepkiler gösterilmiştir. Balkan Devletleri de memnun olmamışlardır. Avusturya’nın hedef ve çıkarları Rusya’nınkiler ile çatışmıştır.  Özellikler İngiltere ve Avusturya’nın kesin tutumları Rusya’yı endişeye düşürmüştür. Bu yüzden Ayastefanos Antlaşma’nın, doğu sorunları ile ilgili kısımlarını yeniden gözden geçirmek üzere Berlin’de yeni bir konferans toplanmıştır. Fakat bu sırada İngiltere bu yardımlara karşı Kıbrıs’ın kendisine verilmesini istemiştir. Kıbrıs’ın yönetimi İngiltere’ye geçici olarak devredilmiştir.

Berlin Kongresi (1878)

Konferans Almanya’nın daveti üzerine Haziran 1878’de toplandı. Kongrenin amacı Osmanlı Devleti’nin Ayastefanos Antlaşması ile uğrağı kayıpları gidermek değil, Avrupa devletleri arasındaki çıkar çatışmalarını düzenlemek idi. Osmanlı Devleti bu kongrede kendisi ile ilgili yapılan pazarlıklarda devletlerin arasında toplantıda yalnız kalmıştır. Konferans sonucunda 64 maddelik Berlin Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre:

  • Ayastefonas’ta kurulan Büyük Bulgaristan üçe ayrıldı: Bulgaristan Prensliği, Doğu Rumeli ve Makedonya
  • Karadağ, Sırbistan ve Romanya bağımsız oldu.
  • Ermenilerin olduğu illerde ıslahat yapılacaktı.
  • Kars, Ardahan ve Batum Ruslarda kalacaktı. Bosna Hersek Osmanlı’da kalacak Fakat Avusturya işgal edecek ve yönetilecekti.
  • Girit arasında özerklik geliştirilecekti.
  • Yunanistan’a bir kısım toprak verilecekti.

Berlin Antlaşması’nın önemi, 1815 Viyana ve 1856 Paris kongrelerinden sonra Avrupa’da yapılan en büyük toplantıdır. Yeni güçler dengesi kurulmuştur. Avrupalı Devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki çıkarlarının uyuşması oranında topraklarının paylaştırılması söz konusudur. Ayastefanos ile karşısında sadece Rusya varken Berlin’de 6 büyük devletin hedefi haline gelmiştir. Kongre Osmanlı Devleti’nin paylaşılma görüşmelerinin yapıldığı uluslararası bir toplantı olmuştur. Paris’te kabul edilen Osmanlı topraklarının bütünlüğü ilkesi Berlin’de yer almamıştır. Hemen sonrasında Osmanlı dış politikasında önemli değişiklikler olmuştur. Antlaşma devleti temellerinden sarsmıştır.  Pek çok toprağını kaybetmiş Bosna-Hersek ve Kıbrıs’taki egemenliği sözde kalmıştır. Balkanlar, D. Anadolu ve Girit’te egemenliği sınırlandırılmıştır. Ermeni sorunu Osmanlı Rus Anlaşmazlığından çıkmış olsa da 6 büyük devletin söz hakkı olduğu bir konu olmuştur. Ayrıca kaybedilen topraklardaki Türklerin Anayurda gelmeleri ile Anadolu’da bir iskan ve göçmen sorunu başlamıştır. Berlin Antlaşması’nın uygulanması sırasına yeni bunalımlar doğmuştur:

  • Bosna-Hersek Sorunu: Avusturya, Bosna-Hersek’e fiilen yerleşmiş Osmanlı egemenliği sadece sözde kalmıştır. Müslümanlara baskı yapmıştır. Bu nedenle Müslüman halk Anadolu’ya göçe başlamıştır.
  • Bulgaristan ve Doğu Rumeli’nin Birleşmesi Sorunu: Osmanlı Devleti Doğu Rumeli’nin Bulgaristan ile birleşmesini kabul etti ve özerk Bulgaristan fiilen kuruldu.
  • Karadağ Sınırının Saptanması Sorunu: Berlin Antlaşması ile Karadağ’ın bağımsızlığı tanınmış ve sınırları genişletilmiştir. Arnavut arazisinden de toprak alınması kararlaştırılmıştı fakat Arnavutlar bu duruma razı olmadılar Osmanlı Devleti halkı ikna etmek istemişse de bölgede bir isyan tehlike nedeniyle Karadağ’ın başka yerden toprak verilmesine kararlaştırıldı.
  • Girit Sorunu ve Halepa Fermanı: 1878’de Halepa sözleşmesi imzalandı Girit halkına yeni haklar verildi. Asi liderleri bunları bile yetersiz buldu. Fakat yine de kabul etmek zorunda kaldılar.
  • Osmanlı-Yunan Sınırının Düzenlenmesi: Yunanistan, Osmanlı-Rus savaşından fırsat bularak Epir ve Teselya’da ayaklanmalar çıkarmış ve Yanya’yı işgale hazırlanmıştır. Yunanlıların sınır genişletmek ile ilgili bu istekleri Berlin Konferansı’nda gündeme gelmişti Osmanlı-Yunan çekişmesi yine Osmanlı ile büyük devletleri karşı karşıya getirmiştir, büyük devletler Osmanlı Devleti’nin Yunanistan’a toprak vermesine karar vermiştir. Neticede Osmanlı-Yunan sınırını çizen bir antlaşma imzalanmış Teselya Yunanistan’a verilmiş Kuzey Epir Osmanlı’da kalacak şekilde yeni bir sınır çizilmiştir.  Böylece Yunanistan bir savaşa katılmadan sınırlarını genişletmiştir. Fakat daha sonraları kuzeye ve ege adalarına doğru genişlemek istemesi yeniden Osmanlı-Yunan ilişkilerini gerginleştirmiştir. Bunda Girit olayları önemli rol oynamıştır. Ada Rumları Yunanistan’a bağlanma niyetindeydi. Bu anlamda Girit’te bir dizi isyanlar yaşanmıştır. Büyük devletlerin araya girmesi ile Yunan emelleri frenlenmiştir. Girit Adası’nda başarılı olamayacağını gören Yunanlılar dikkatlerini Makedonya’ya çevirmişlerdir. Teselya sınırlarındaki saldırılar neticesinde Osmanlı Devleti 1897’de Yunanistan’a savaş ilan etti. Savaşın kesin sonucunu belirleyen Dömeke Muharebesi sonucunda Yunanlılar ağır bir yenilgiye uğradılar. Büyük devletler ve Rusya’nın aracılığıyla ateşkes imzalandı. Fakat büyük devletlerin baskısıyla yapılan bu antlaşma ile kazanılan zafer gerçekleştirilemedi. Savaşta ele geçirilen Teselya alınamadı. Yunanlılar bütün bunlara rağmen “Megali İdea”larından[1] vazgeçmediler. Yeniden dikkatlerini Girit üzerine yoğunlaştırdılar. Bu duruma yine Avrupa devletleri müdahalede bulundular. Osmanlı askerleri ve memurlarını adadan zorla çıkarmak suretiyle adanın yönetimi dört Avrupa devletinin eline geçmiştir. Yine de ada Osmanlı egemenliğinde kalmış fakat bir Yunan prensi vali olarak atanmıştır. Kendilerince adada bu şekilde bir denge kurmak istemişlerdir. Fakat gerçekte İngiltere başta olmak üzere Girit sorunu Yunanistan lehine çözülerek hale gelmiştir. Görünüşte Osmanlı egemenliği devam ederken aslında ada fiilen Yunanistan’a bağlanmıştır. Yunanlı Prens, Girit’i resmen Yunanistan’a bağlamak istemişse de henüz başarmamıştır. Bu sırada ada Türklerinin çoğu Anadolu’ya göç etmiştir.
  • Ermeni Sorunu
  • Tunus’un Fransızlar Tarafından İşgali
  • İngiltere’nin Mısır’a Yerleşmesi Sorunu
  • Makedonya Sorunu

[1] Büyük Yunanistan ideali.

Benzer İçerikler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir