Gelenekçilik

Gelenek; eskiden var olan, toplumun her kesimi tarafından kabul görmüş ve benimsenmiş değerlere denir. Osmanlı’da yönetimde bu usul hep vardı ve daima geçerli olmuştu. Öyle ki gelenek, yazılı kanunlardan bile daha etkili bir unsurdu. Zira Osmanlı, tecrübeler üzerine bina edilmiş bir devletti. Bu sebeple devletin 1300 ile 1600 arasındaki tarihine Klasik Çağ denmiştir. Çünkü bu tarihler arasında devlet tecrübelerden geçerek, tesis edilmiş ve kurumsallaşmıştır. Osmanlı bu tecrübeyi kendisinden önceki Selçuklulardan, İlhanlılardan, Memluklerden ve kısmen de Bizans’tan aldı. Bu sebeple Osmanlı’da genellikle bütün meseleler eskiye göre çözülürdü. Aynı şekilde iktisadi meselelerde toplumsal meselelerde hep şu söz söylenirdi. “Kadimden olu geldüğü üzere yapıla.” Kadim nedir? sorusuna “kadim, eski demektir, onun öncesini kimesne bilemez.”. Bu sebeple Osmanlı’da her şey eskiye göre karar verilen bir düzenle yapılırdı. Bu gelenekçi anlayış II. Mahmud’un reformlarına kadar devam etmiştir.

Arz, üretilip piyasaya sürülen üründür. Talep ise bu ürünün alıp kullanan tüketicidir. Buna arz-talep meselesi diyoruz. Bu ikisi dengede olmak zorundadır.  Eski dünyada devletler için en hassas hususların başında arz-talep dengesi gelmekteydi. Zira bu oldukça hassas bir dengeydi. Bu denge bıçak sırtı gibidir. Arz fazla olursa üretici mağdur olur. Günümüzde her yıl bazı meyve ya da sebzeler az olduğu için piyasa belki 10 misli katlanır. Yine de malın fazlalığı devlet ve toplum tarafından tolere edilebilir. Ama arzın eksikliği ülkeler için bir kabustur. Çünkü onun karşılığı kıtlıktır. Tarih boyunca bütün devletlerin en büyük korkusu kıtlık olmuştur. Kıtlık tarihte toplumların ve devletlerin yok olmasına sebep olmuştur. Kıtlığın bir coğrafi bir de siyasi sebepleri vardır.  I. Göktürkler döneminde Şapolya ya da İşbora çok muktedir olduğu ve Çin’e hükmettiği bir dönemin ardından üst üste birkaç sene kuraklık oldu. Bütün konargöçer boylar ana yurdu terk etti. Bir anda güçsüz kalan Kağan, Çin hükümdarına tabi olmayı kabul etti. Mesela kıtlığın en güzel örneği Nil’in taşma meselesidir. Nil taşarsa hayat var, Nil taşmazsa kötü bir kıtlık vardı. Mısır’ın hayatı Nil’e bağlıdır. Hz. Yusuf’un meşhur rüyası bu husus üzerinedir. Bazen Nil 7 yıl taşmaz ardından 7 yıl taşar. Onun için Mısır’da kurak yıllar için depolama yapılır. Mısır’da Nil’in kenarında bir kule vardır. Orada Nil’in debisi daima ölçülür ve orada Nil’in o sene taşıp taşmayacağı anlaşılır. Osmanlı Devleti’nde ise kıtlık son derece önemli bir konu olmuştur. Özellikle İstanbul’un et ve buğday stoklarına dikkat edilirdi.

İslam hukukunda piyasa serbesttir. Bu konuda çok örnek vardır. Hz. Osman’ın kıtlık senesinde kendisine 1’e 700 para verilmesine rağmen halka buğdayı bedava dağıttığı meşhurdur. Hz. Peygamber; karaborsayı, tekelciliği ve stokçuluğu kötülemiştir. Osmanlı Devleti’nde ise tam aksine piyasa serbest olmayıp devletin kontrolü altındadır. İsteyen istediği malı istediği fiyata satamazdı. Osmanlı, piyasayı “narh” ile daima kontrol altında tutar. Narh normal zamanlarda senede iki defa belirlenirdi. Birincisi ilkbaharda ikincisi de sonbaharda. Narh ihtiyaç ürünlerinde yapılırdı. O meslek grubunun kethüdası (başkanı) ile kadı arasında fiyat belirlenirdi. Ürünün maliyeti, işçilik hakkı, ham maddesi, kar payı ve içeriden mi karşılandığı yoksa ithal mı edildiği ortaya koyulurdu. Bütün masraflar hesaplandıktan sonra da fiyat belirlenirdi. Bazen savaş ve kıtlık gibi olağanüstü dönemlerde narhın yeniden düzenlendiği görülmektedir.

Aynı şekilde üretim alanın içinde bu durum geçerlidir. Hem üretim hem de dağıtımda eşitlik söz konusudur. Şehirde her isteyen istediği yerden istediği dükkanı açamazdı. Çünkü burada da denge söz konusudur. Hatta bir dokumacının 3 tezgahı varsa bunu 5 yapabilmek için kendi meslek grubundan izin alması gerekirdi. Aksi takdirde diğer esnaflar bundan mağdur olurdu. Esnaf kendi kontrolünü kendi yapardı. Kıymetli ham maddeler hassas bir şekilde eşit miktarda dağıtılırdı. Mesela bu sebeple dericilerden gelen deri kemerciye, semerciye, ayakkabıcıya eşit şekilde ihtiyaca göre dağıtılırdı. Mesela kaçak açılan yani gediği olmayan dükkanlara “koltukçu” denirdi. Bir dükkanın yeri boşalmadan oraya yeni bir dükkan açılamazdı.

Benzer İçerikler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir