Avrupa Tarihi I Ders Notları

Avrupa
Avrupa, coğrafya itibariyle küçük olmasına karşı dünya tarihinde çok büyük bir rol oynamıştır. Birçok kültürden etkilenmesine rağmen hiçbirini bütün olarak almayıp doğu ve batı kültürünün sentezini gerçekleştirmiştir. Coğrafi olarak Kuzey kutbuna yakınlığı nedeniyle kuzey soğukları etkilidir ve bol yağışlı bir iklime sahiptir. Hayvancılık ve madencilik özellikle kuzey bölgesinde yaygındır. Konuşulan dil, Hint-Avrupa dil grubuna dahil Latinceden gelişen diller ve Keltçe dilleridir. Bu dillerin çeşitli alt grupları vardır.
Avrupa tarihini anlayabilmek ve hakkında genel bir kanaate sahip olabilmek için Orta Çağ Avrupa tarihinin çok iyi bilinmesi lazımdır. Çünkü bugünün Avrupa’sının siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik, etnik ve dini yönlerden şekillenmesi Orta Çağlarda gerçekleşmiştir. Sami dilinde Açui, güneşin doğduğu taraf, Ereb de battığı taraf manasına geliyordu. Fenikelilerden Greklere geçen bu adlar onların dilinde Asia, Evrope olmuştur. Grekler tarafından kullanılan Avrupa kelimesi başlangıçta sadece coğrafi anlamdan ibaretti. Ege Denizi’nin batısına Evrope, doğusuna Asia denilmiştir. Yakın çağlarda bugünkü Asya ve Avrupa manalarını kazanmıştır.
Roma İmparatorluğu
Romanlılar yaklaşık olarak MÖ 753’de İtalya’nın batı bölgesi olan Latium’da yaşayan çiftçiler olarak ortaya çıktılar. Onların kökeni MÖ 1200 yıllarında İndogermen göçleriyle İtalya’ya gelen İtalikler ile yerli halkın kaynaşmasından doğan Latinler denen halka dayanır. MÖ 509’da Romalılar hiç sevmedikleri Etrüsklere karşı ayaklanarak Kral Muhteşem Tarkanius’u ülkeden kovup bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bundan sonra Roma hızlı bir gelişme ivmesi yakaladı. Roma zamanla Orta İtalya bölgesinde bir Latin kentleri federasyonun önderi olarak büyüdü. Roma şehri dönemin şartlarına göre oldukça büyük idi. Nüfusu yarım milyon ile bir milyon arasına ulaşmıştı. Roma’nın doğrudan idare ettiği İtalya dışında tüm imparatorluk province (eyalet)lere bölünmüş. Her eyalete bir vali birkaç memur ve bir askeri garnizon gönderilerek idare ediliyordu.
Roma’nın sınırlarını büyütüp gelişmesi, Kartaca ile Roma’yı karşı karşıya getirdi. Bu durum tarihte mühim bir yer tutan Pön Savaşları’nın[1] sebebi oldu. Kartaca’yı yenebilmek için önce donanma kurdular. MÖ 241’de Kartacalıları Sicilya’dan sürmeyi başardı. Burası Roma’ya vergi vermek zorunda bırakılan ilk Roma eyaleti oldu. Buna tepki olarak Hannibal, Alpleri aşarak İtalya’ya girdi ve MÖ 216’da Roma ordusunu kılıçtan geçirdi. Hannibal Roma’ya bağlı kentlerin ayaklanacağını düşündü ama bu kentlerden çok azı ona destek verdi. Bununda etkisi ve Romalı General Sicipio’nun saldırısıyla, 12 yıl sonra ülkesine geri dönmek zorunda kaldı. Pön Savaşları’yla Kartaca’yı ortadan kaldırıp Batı Akdeniz’de hakim olan Roma bundan sonra gözünü Doğu Akdeniz’e dikti. Bu amaç için MS 199’da Makedonya ile savaş başlattığı savaşı da kazandı.
Sonuç itibariyle küçük bir kent olan Roma, Pön Savaşları’nın ardından Akdeniz’e egemen olup gelişti. Sınırlarını İspanya, Suriye ve İngiltere’ye kadar yaydı. Dünya üzerindeki ticaret yollarının neredeyse tümünü ele geçirdi. Öyle ki İskender’den bu yana en geniş sınırlara ulaşan devlet oldu.
Ancak, dahili sorunlar Roma’nın başına dert oldu. Kartaca Savaşları, Pleb önderlerinin itibarını düşürdü. Onların yerini Generaller aldı. Roma’nın siyasi rejimi zamanla generallerin eline geçti. Bunlar Auguste adını ve İmperato (kumandan) lakabını alıyorlardı. Bundan dolayı bu rejime İmparator denilmiştir. Generaller arasındaki iç savaş askeri diktatörlüğü Roma’nın başına bela etmişti. Julies Sezar diktatörlük yetkisini ele geçiren ve bunu uzun süre elinde bulunduran ilk kişi oldu. Ancak, cumhuriyeti geri getirmek isteyen senato onu öldürttü. Sezar’ın ardından evlatlığı Augustus yönetimi ele geçirdi. İlk iş olarak senato yetkilerini kısıtladı. Her ne kadar cumhuriyeti yeniden kurduğunu söylese de Roma Devleti MÖ 1. yüzyılda cumhuriyetten imparatorluğa geçiş yaptı. Roma Augustus’tan sonraki iki yüzyıl onun kuruduğu genel barış içinde yaşadı. Bu barışa Pax Romana denildi. MÖ. 1. ve 3. yüzyıllar Roma gücünün doruğa çıktığı dönem oldu. Bu dönem Roma’nın altın çağı olarak ifade ediliyor. Ancak bundan sonra düzen bozuldu. Öyle ki 217-285 yılları arasında 39 imparatorluk tahta çıkmış ve bunlardan sadece biri eceli ile ölmüştür.
Hristiyanlığa eğilim gösteren Konstantinus, Milvian Köprüsü Muharebesiyle (28 Ekim 312) Maxentius yenmesiyle imparatorluk hızlı bir Hristiyanlaşma sürecine girdi. Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlığı benimsemesi bu dinin Avrupa’da yaygınlaşmasında oldukça etkili oldu.
İkinci yüzyılın sonlarından itibaren Cermen tehdidi Roma topraklarında sürekli olarak hissedilmeye başlanmıştı. 395’e gelindiğinde Roma İmparatorluğu ilk imparator Augustus döneminden büyük farklar arz ediyordu. Ekonomik sorunları takiben politik itaatsizliklerin hat safhaya ulaşması iç isyanları ve iç baskıları doğurdu. Roma Merkezi yönetimi bozulmuştu. İmparatorluğun zayıflamasının önüne geçebilmek için Diocletianus[2] ve Konstantinus[3] döneminde bir takım reformlar yapılmıştır ancak bunlar birbirinden bağımsız oldukları ve kısmi bölümler için yapıldığı için istenileni verememiştir. İktisadi sorunları çözemeyen idareciler paraların değerini düşürmek zorunda kaldılar. Vergilerin, ürün ve hizmet yoluyla toplanmaya başlanmasıyla nakdi ekonomiden ayni ekonomiye geçiş yapıldı. Ancak çöküşe hiçbir şey çare olamadı.
Roma’nın çöküşü genel olarak barbar olarak nitelendirilen kavimlerin istila, işgal ve göçleri ile başlamaktadır. İmparatorluğun göçebeler tarafından istilasının olumsuz etkileri inkar edilmez bir gerçektir. Fakat bunlardan başka nedenler de vardır. Roma’da sefahat hayatına düşkünlüğün tesiriyle ordu ve idare dışarıdan gelenlere bırakılmaya başlanmıştı. Bu durum idarenin yapısında sorunları beraberinde getirdi. Bir başka olumsuzluk ise Hristiyanlığın kabulü oldu. Roma, Hristiyanlığı kabul etmesiyle temel karakteri olan askeri niteliği yitirerek din medeniyeti haline gelmişti. Bu da Roma’nın sonunu hazırlayan başka bir faktör oldu.
Roma güneşinin kaybolması o kadar yavaş ve belirsiz şekilde gerçekleşti ki o çağda yaşayanalar tarafından anlaşılamadı. 476’da Batı Roma ortadan kalkarken onun yerine iki güç geçti: bunlardan biri dini gücü olan Papalık, ikincisi ise dünyevi güç olan Cermenlerdir. Doğu Roma ise 1453’e kadar varlığını bir şekilde sürdürecektir.
Sosyal Yapı
Roma toplumunun çekirdeği ailedir. Roma ailesi babanın egemenliğinde büyük aile yapısındadır. Babanın aile üzerinde mutlak bir hâkimiyeti vardır. Baba ölemeden erkek evlatlar aile reisi ve servet sahibi olamazlardı. Hatta baba, isterse karısı ve oğlunu satabilir, isterse de oğullarını öldürebilirdi. Roma memurlarının devlet içindeki durumu bir babanın aile içindeki mevkiinin devlet çapına büyütülmüş şekli idi. Ayrıca kadınların sosyal hayatta yeri yoktu. Roma’da bir kadınla ancak meşru bir evlat yetiştirmek için evlenilirdi.
Roma toplum yapısı hiyerarşik olarak vatandaşlar, yanaşmalar (mülteciler) ve köleler olmak üzere üç sınıfa ayrılır. Bunlardan vatandaşlar kendi için ikiye ayrılmaktadır. Toplumda, Patrici[4] ve Pleb olmak üzere iki vatandaş statüsü vardı. Patriciler, genel olarak büyük arazi sahiplerinden meydana gelen ve tam hukuklu vatandaşlardır. Plebler[5] ise daha alt statüde ve vatandaşlık hakkına kısmen sahip olanlardı. Patriciler savaşlara katılıp küçülürken harbe gitmeyen Plebler büyümeye başladı. Güçlenen Plebler kendilerine tanınan adaletsizliğe isyan ettiler. Bu isyan Roma’nın iç tarihinde önemli bir yer teşkil edecektir. İlerleyen zamanda ise iki sınıf kalacaktır. Plebler ile Patriciler evelenerek Optimes sınıfını, köleler ve mülteciler de Populares sınıfını oluşturacaklardır.
Roma’da, birçok ailenin birleşerek meydana getirdiği Gens (klan) birliği vardır. Bunlardan daha kalabalık, kan bağına bağlı olmayan sosyal ve siyasi gruplaşma Curia Birlikleri vardı. Toplumun en büyük birlikleri ise Tribus Birliği idi. Roma toplumunda kan bağına dayanan en büyük kesim idi.
Orta Çağ Avrupa toplumu etkileyen dört genel unsur:
- Karmaşık kültürü, gelenekleri ve kurumları ile Roma mirasının etkisi
- Avrupa topraklarına yerleşen ve yerli halkla kaynaşan ancak bazı karakteristik özelliklerini koruyan halkların etkileri
- Doğu ve İslam dünyası ile olan ilişkiler
- Kilisenin evrensel niteliği, kıta ilk kez inanç noktasında Hristiyanlık ile bir birlik oluşturabildi
Ekonomik Hayat
İmparatorluk ekonomisi esas olarak ziraata dayandırılmıştır ancak tarım ilkel yöntemlerle yapılmaktaydı ve ihtiyaçları karşılamaktan uzaktı. Teknik açıdan Roma tarımı geri olmasına rağmen köleliğin sağladığı iş gücü fazlalığı sayesinde bunu telafi etmekteydi. Akdeniz ülkesi olmasının etkisiyle hububat, üzüm ve zeytin başlıca ürünleriydi. Zira bunlar Akdeniz’in üçlü takımı olarak nitelendirilirdi.
Tarımda ve endüstride etkili olmayan Roma, ticaret sahasında önemli gelişme sağladı. İyi düzenlenmiş yollar ve ulaşıma elverişli nehirler ticaretin önünü açarken tek para, ölçü ve ağırlık sisteminin getirilmesi de ticari hayatı kolaylaştırdı. Gelişmemiş batı ile zengin doğuyu bir potada birleştirdi. Ticaret imparatorluğa hayat kazandıran ve zenginini temelinde yatan unsur oldu. Roma’nın altın parasına Solidus ve Aureus, gümüş parasına Denarius denir.
Orta Çağ Avrupası’nın Uğradığı İstilalar
İtalya’da Ostrogotlar, İspanay’da Vizigotlar, Kuzey Afrika’da Vandallar, Fransa’da Franklar olmak üzere Avrupa’nın kuzeyi büyük oranda Cermen putperest toplulukların yaşadığı ayrı bir dünya hüviyetindeydi. Roma askerleri Cermen aşiretleriyle ilk karşılattıklarında Cermenler çiftçilik ve çobanlık yapan yarı göçebe topluluklardan meydan geliyordu. Roma, Cermen baskını önlemek için onların kabile siteminden aristokratik bir topluma dönüşmesine yardım etti. Birinci yüzyıldan itibaren Roma içlerine girmeye başlamışlardı bu durum 2. ve 3. yüzyıl boyunca da devam etti. İlk dönemde Roma gelenleri kendi içende eritmeyi başarabilmişti. Cermenler, İmparatorluğun hizmetine girmişlerdi. Resmi olarak İmparatorluğa bağlı olsalar da fiilen bağımsız hükümdarlar gibi davrandılar Ayrıca, Vandallar ve Longobardlar gibi hiçbir anlaşma olmadan gelip yerleşenler de oldu. Ancak 4. yüzyıldan itibaren Hun baskısıyla gelen büyük dalgalar karşısında yapacak pek de bir şey yoktu. Göçebeler tarafından istila edilmek istenen imparatorluğun sınırları lejyonlar tarafında savunuluyordu. Ancak önce çatlak sonra yarık belirmişti. Artık Cermenleri durdurmak için Limes yetmedi. Cermen istilacıların amaçları Roma’yı yok etmek değildi. İmparatorluğa dahil olmak istiyorlardı. Dolayısıyla İmparatorluğa çok büyük saygı duyuyorlardı. Zira Şarlman’a kadar barbar krallarının hiçbiri imparator unvanını almaya cesaret edemedi.
Hun İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla Güney Rusya’ya göç etmesi işgal hareketlerine ivme kazandırdı. Cermen kavimlerinin göç hareketi Avrupa’yı derinden sarstı ve günümüz Avrupa’sının temellerini attı. Cermen topluluklarının Avrupa’ya doğru hareketinden sonra Slavların ve Avarların istila dalgaları gerçekleşti. 8. yüzyıldan itibaren de Müslüman saldırıları Avrupa’ya ulaştı ve bunun hemen ardından Macar saldırıları gerçekleşti. En son da İskandinav saldırıları başladı.
Barbar olarak ifade edilen toplumların istilaları medeni hayatı olumsuz etkiledi. Medeniyet sadece sur içindeki şehirlerde kısmi derecede sürüyordu. Yeni şehirler kurulamamıştı. Avrupa’ya tam bir karmaşa hakimdi. Ticaret durma notasındaydı. Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Batı Avrupa Cermen hanedanları tarafından krallıklar halinde parçalanmıştı. Bu istilaların en önem sonuçlarından biri de Kuzeyin Hristiyanlaştırılması oldu. Böylece Avrupa coğrafyası ilk kez tek bir dinin şemsiyesi altında ortak bir kültür zeminine sahip oluyordu. Günümüz Avrupa’sında kullanılan devlet geleneklerinin, hukukun, dinin ve dilin temelleri bu süreçte oluştu.
Cermen İstilaları
Roma sınırında Adrianople Savaşı’yla yerlerini sağlamlaştıran Gotlar bir süre Balkan topraklarında faaliyetlerine devam ettiler. Bu dönemde kendinden öncekilerinin aksine gözünü Roma’ya diken Alaric adlı Got şefi ortaya çıkar. Alaric’in baskılarıyla Roma Gotlara haraç veren bir devlet haline gelmişti. İtalya’ya iki sefer düzenleyen Alaric 410 Ağustos’unda Roma’yı ele geçirdi. Bu durumun tabii olarak Roma açısından ekonomik zararlar altına soksa da mühim olan barbar olarak görülen bir kavmin Roma gibi bir kenti ele geçirmesinden dolayı duyulan utançtı. Roma’nın ele geçirilmesinden kısa zaman sonra Alaric öldü yerine Ataul geçti onun zamanında Germen kabileleri İtalya’dan çıkarak Fransa’nın güneyindeki topraklara yerleşti. Roma ile iyi ilişkiler oluşturdu.
Vizigotlar, 416 yılında Roma kentini yağmaladıktan sonra batıya giderek 711 yılına kadar sürecek krallıkları kurdukları İspanya’ya yerleştiler.
Attila’nın başa gelmesiyle Hunlar adlarını Avrupa söz ettirdiler. Doğu Roma’dan sonra Batı Roma’ya da bir sefer düzenleyen Atilla 452 ‘de şehre girmeye yakınken ordusunun da ki olumsuz havanın tesiriyle Romalı elçilerinin boyun eğmeleri üzerine seferi yarıda bırakmıştır.
Başka bir Germen halkı olan Vandallar da Vizigotların baskısıyla yurtlarından ayrılıp Afrika’nın kuzeyine geçtiler ve burada bir krallık kurdular. Bu sırada komutanları Gaiseric önderliğinde, 455’te Roma’yı ele geçirip yağmaladılar. Bugün pek çok dilde her şeyi yakıp yıkan kişi anlamında kullanılan vandal sözcüğü, istilacı Vandallardan gelir.
Ostrogotlar, Teodorik komutası altında 482’de Konstantinopolis’e 493’te ise İtalya’ya saldırarak hakim oldular. İtalya’da bir krallık kurdular. Ancak bu krallığın ömrü uzun olmadı ve 60 yıl sonra ortadan kalktı. Bizans İmparatoru Justinian, bu siyasal boşluktan yararlanarak İtalya’yı imparatorluk topraklarına kattı. 568’te ise bu kez Lombardlar İtalya’yı istila ettiler.
Frank Krallığı
Merovenjler
Merovenj hanesi adını Merovee’den alır. Merovee’nin, iki babalı olarak dünyaya geldiğine inanılır. Babaları Kral Clodio ve Neptün adında ki bir deniz yaratığıdır. Doğaüstü güçleri olduğuna inanılan Merovee kalbinin üzerinde kutsal bir benekle dünyaya gelmiştir. Bu benek ileride Tapınak Şövalyelerinin arması olarak ortay çıkacaktır.
Merovenj hanedanını kuran Skambrianlar 5. asırda Kuzey Fransa’ya yerleşmiştirler. Hükümdarlarının en ünlüsü Merovee’nin oğlu I. Clovis’dir. Clovis, rakip kabileleri yenerek on yıl içinde Batı Avrupa’nın en güçlü kralı oldu. Bundan sonra Clovis ile Kilise arasında gizli bir anlaşma yapıldı. Anlaşmaya ile Roma Kilisesi en yüksek ruhani otorite olmasını önü açıldı. Clovis’de kilisensin kılıcı olacaktı. Öte yandan Clovis’in vaftiz edilmesi Hristiyan imparatorluğu kurması yeni bir Roma’nın doğumunun işaretiydi. 511 yılında Clovis ölünce ülkesi dört oğlu arasında paylaştırıldı.
II Dagobert’in öldürülmesiyle bu aileden gelenler gölge krallar olarak 754 yılında III. Childeric’in ölümüne kadar sürdü. II. Dagobert’in ölümünün ardından Doğu Frank Krallığı yükselmeye başladı.
Merovenjler ilk olarak Roma içinde önemli mevkilere geldiler. İmparatorluk çökünce de yönetim örgütünün kontrolünü sağladılar. Esasında Merovenjler yeni bir devlet kurmuş değillerdi. Roma’dan kalan teşkilatı sürdürdüler. Merovenjler Vandallar ve Hunlar gibi savaşçı değillerdi. Putperest Franklar, Katolikliği benimsemekle Avrupa’nın dokusuna ayak uydurmuş ve çağa damganı vurmuşturlar. Hem Hıristiyanlığı benimsemeleri hem de altyapı olarak Roma mirasını devralması Frank karlığını öteki krallara göre nispeten daha güçlü konuma taşıdı.
Karolenjler
Doğu Frank Krallığı’nda 7. asırda babadan oğlu geçen saray nazırlığı makamıyla güçlü bir konum elde eden I. Pepin’in ailesi II. Pepin döneminde baştaki Merovenj hükümdarlarını kukla konumuna getirerek iktidarı ellerinde tuttular. II. Pepin Batı Saray nazırını yenerek Frank topraklarının bütünü üzerinde etkili bir yönetim kurdu. 714’te öldüğünde ayaklanmalar başladı. Sonunda evlilik dışı oğlu Charles Martel, 725’te bütün Frankları yönetimi altında topladı. Martel, Hristiyanların kahraman olarak kabul ettikleri biridir. Zira 732’de Puvatya Savaşı’nda Endülüs Müslümanlarının Fransa’yı işgalini önlemişti.
Roma Kilisesi, Doğu Roma ile ilişkileri koparmıştı Bizans kiliseleri yağmalıyor. Teolojik tartışmalar ayrı düşüyorlar Martel’den sora oğlu III. Pepin Lombardlar karşısında zor durumda kalan Roma Kilisesi’ yardım etti. Bununun karşılığı olarak Papa, daha önce Merovenjlerden Clovis ile yaptığı anlaşmayı bozarak III. Pepin’nin Frank kralı seçilmesini emretti. Kilisenin gücünü alan III. Pepin, Merovenjlerin sonuncusunu III. Childeric’i tahtan indirdi. Pepinler Cermen unsurlarının ağır bastığı bir bölgeden geliyorlardı. Merovenler ile hiçbir alakası bulunmayan saray kahyalarıydılar. Buna rağmen kilise sayesinde krallığın başına geçmeyi başardılar.
Şarlman yeni Karolenj hanedanın gücünü doruğa çıkardı. Bu dönem en parlak dönemini yasadı Saksonların Ülkerlerini hâkimiyetine aldı. Avarları dağıttı Slavlar üzerinde hâkimiyet kurdu. Şarlman ile zorla Hristiyanlaştırma geleneği başlamıştır. 800 yılında Papa, Şarlman’a Roma’nın İmparatoru olarak taç giydirdi. Papalık ile Karolenjler arasındaki ittifak Karolenjlerin 987 yılında yıkılışına kadar sürdü.
Slavların İstilası
Slavlar, Elbe Nehri’nin yakınlarında Knez denilen şeflerin idaresinde ayrı topluluklar halinde yaşıyorlardı. İsveç’ten gelen ve Rus denilen kimseler tarafında dağınık Slav toplulukları birleştirildi. Slav istilası 7. asrın başsından itibaren Cermenlerin terk ettikleri yerlerden başladı. Diğer istilacılara oranla daha küçük toprak işgal edebildiler genel itibariyle balkan yarımadasına yayılmışlardı.
Arap İstilası
İkinci büyük istila hareketini İspanya’dan Adriyatik’e kadar uzanan bir hat üzerinde Sarazenler başlattı. Hz. Muhammed’in ölümünden sonraki ilk on yıl içinde İslam orduları Arabistan dışına büyük bir hızla çıkarak Sasanileri bertaraf ettikleri gibi Roma İmparatorluğu’ndan Mısır, Filistin, Suriye’yi almışlardı. Asırlardır Arabistan dışında hiçbir varlık gösteremeyen Arapların bu hareketi yeni dinin verdiği psikolojik motivasyon ve nüfus artışı ile ilgiliydi. Ren bölgesine kadar ulaşan Araplar 11. yüzyıldan sonra geri çekilmeye başlamışlardır.
Araplar, 636’da Doğu Roma Ordusunu müthiş bir yenilgiye uğrattıktan sonra Şam’ı ele geçirdiler. 637’de ise Kudüs Arapların eline geçti. 642’ye gelindiğinde onların Kayseri’ye kadar ilerlediklerini görüyoruz. 649’da Kıbrıs ele geçirilmiş 655’te Phoinix deniz savaşıyla Roma donanması mahvedilmiş. İmparatorluk Arapları ancak Çanakkale boğazına geldiklerinde Greek ateşini kullanarak durdurabilmiştir.
732’de Puvatya Savaşı ile İslam yayılma hareketi hız keşmiş olmakla beraber savaşlar hem yağma hem de çete savaşı şeklinde sürmekteydi. Aslında Müslümanlar İspanya ve Sicilya’yı aldıktan sonra Kuzeye doğru ilerlemenin faydası olmayacağını farkaydılar. Lewis bu konuda, “Franklar burada söylenenden çök daha az sayıda, kendi topraklarından millerce uzakta savaşan bir avuç Müslüman akıncı ile karşı karşıya gelmiştir.” demiştir.
En az tahrip edici olan İşgal Müslümanların hareketi oldu. Avrupalıları Müslümanlaştıramadıkları gibi kendileri de Avrupalılaşmamıştır. Zira o dönemde Avrupa’dan üstün bir medeniyete sahiplerdi. Öyle ki o dönemde hiçbir Avrupa kenti Bağdat ile kıyaslanmazdı.
Macar İstilası
Bazı kaynaklar onların Türk olduklarını söylese de Macarlar Türk değildir. Ana yurtları henüz kesin olarak belirlenememiştir. Dillerinden yola çıkarak Sibirya tarafından gelmiş olabilecekleri fikri yaygınlık kazanmıştır. Azav kıyılarında Hazar Kağanlığına bağlı bir şekilde yaşıyorlardı. Onlar hakkında verilen ilk bilgiler Hazarlara isyan ederek saldırıya geçmeleriyle ilgilidir. Peçenek saldırıları yüzünden 899’da güçsüz Avarların bulunduğu Alföd bölgesine geldiler. Buraya daha sonra Macar Ovası denilecektir. Tuna Ovalarının bozkır kültürüne uygun olması onların kısa sürede etkili olmalarının en önemli nedeni oldu.
Avrupa’ya üçüncü saldırı Macarlardan geldi. Fakat Macarlar toprak fethetmeyi amaçlamıyorlardı onların amacı talan ve yağma idi. Bununda tesiriyle merkezlerinden uzak bölgelere ani baskınlarla talan edip geçimlerini sağlıyorlardı. Onlar tahkimatlı kalelere asla saldırmazlardı. Sırasıyla Otranto, Bavyera, Galya, Nimes’e saldırılar düzenlemişlerdir. Ancak, Macarlar 955’te Doğu Frank Kralı Otto tarafından durduruldu. Bundan sonra saldırıları birden bire kesildi. Bu durum muhtemelen dâhili problemler ile ilgiliydi.
Macarlar, tıpkı Vikingler gibi Hristiyanlaştırılmaya çalışılmışlardır. Bunun neticesinde tek Tanrı’ya inan Macarlar Passau’lu Piskopos Hacı zamanında Hristiyanlığı kabul etmeye başlamışlardır. 1001’de ise Macar prenslerinden Vaik, Stephen ismini alıp vaftiz olması bu milletin kaderini değiştirdi. Avrupa’ya kök söktüren bu savaşçı topluluk bu defa Asya’dan gelecek her türlü saldırıda Batı’nın kalkanı olacağı gibi Haçlı Seferleri’nin omurgasını oluşturacaktı.
Norman İstilası
Norman kelimesi “kuzey insanı” anlamına gelmektedir. Normanlar, İskandinav bölgesinde kabileler halinde yaşamlarını sürdürüyorlardı. Bu kabileler ilk etapta Frank İmparatorluğu’na bağlı gözükmekle birlikte gerçekte kuzeyde bağımsız haldeydiler Daha önce siyasi bir kaygı gütmeyen Normanların çeliği işlemeye başlamaları ve nüfuslarının dikkate değer bir konuma ulaşmasının tesiriyle yeni sahalar elde etmek için efendileriyle çatışmaya girdikleri görülüyor. İngiltere, Fransa ve Rusya onların yayılma sahaları oldu. Onlar askeri başarılarına paralel olarak siyasi olarak da geliştiler ve krallık benzeri bir konuma ulaştılar. Onlar Macarlardan farkı olarak tahkimli kalelere bile saldırıyorlardı.
Kuzey putperestlerinin ilk saldırıları 793’te küçük gruplar halinde sahil taraflarına yaptıkları ani baskınlar halinde başladı. Bu durum sayılarının az olması ve düzenli bir kuvvet özelliği göstermemeleriyle ilgiliyi. Özellikle hedef olarak kiliseleri seçmelerinin nedeni, o dönemde kiliselerin önemli zenginlikleri elinde bulunduruyor olması idi Daha sora küçük gruplar birleşerek büyük orduları meydan getirdi artık Normalar ülkelerine geri dönemden iki hareket noktası arasında kışlamayı alışkanlık haline getirdiler. Denizcilik alanında üstün olmaları Avrupa nehirlerini kullanarak Avrupa içlerine ilerlemelerinde onlara kolaylık sağlamıştır. Ladya olarak andıkları gemileri onları avantajlı konuma taşıyordu. Danimarka ve Norveçliler, Fransa, İngiltere, İskoçya, İrlanda üzerine saldırırken İsveçliler ise Rusya’ya yönelmişedir. Akdeniz sahillerine kadar ilerlemişlerse de burada Müslümanlar tarafında durulmuşlardır.
Silahları arasında kılıç ve mızrak bulunuyorsa da Viking baltası dikkate değerdir. Bununla beraber göğüslerini darbeden koruyan metalden yapılmış zırha ve sırtlarını koruyan büyük kalkanlara sahiplerdi. Norman istilacıları, Anglo-Sakson dilini öğrendiler buna kendi dillerini katarak bugün dünya üzerindeki en çok konuşulan dili meydana getirdiler.
İngiltere’deki İskandinav Yerleşmesi
Anglo-Sakson şefleri toprakları savaş ve barış ilişkileri içinde paylaşıyorlardı. Kral Alfred’in çabalarıyla ayakta kalan Wessek Krallığı, Anglo-Sakson krallıkların en güçlüsüydü.
İngiltere’ye saldırılar Fransa’ya nazaran daha şiddeti olmuştur. Bu saldırılar ilk olarak 795’te Iona manastırı saldırısıyla başlamıştır. Normanlar hem kuzeyden hem de doğudan saldırıya geçişlerdir.
Danimarka Krallığı, İngiltere Krallığıyla mücadele için girmişti 1003’te Danimarka İngiliz kentlerini yakıp yıktı. Daha sonra Wessek hanedanı son temsilcileri de ortadan kaldırıldı. Bundan sonra Knut İngiltere de büyük bir krallık meydana getirdi ve Hristiyanlık yayılmaya başladı. Ancak Knut’ün ölmesiyle imparatorluk parçalandı.
Fransa’da İskandinav Yerleşmesi
Frankların hanedan mücadelesi Normanlara aradıkları fırsatı vermiş 11. yüzyıla kadar istilalarını sürdürmüşler. Karolenjler için bitmek bilmeyen Norman saldırılarını durdurmak nerdeyse mümkün değildi. 885’e kadar onların faaliyetleri kıyılardaki yerleşim yerlerini vurmakken bundan sonra Paris’i kuşatırlar. Kral onlara başka bir bölgeyi yağmalama müsemmasını tanıyarak kuşatmayı sonlandırabildi. Bundan sonra onların Seine Irmağı’nın aşağı kısımlarını kendilerine yurt olarak belirlediklerini görmekteyiz. Onların yerleştiği bölgeye tarihsel tesirleriyle günümüzde burası Normandiya olarak ifade edilmektedir. İstila ettikleri bölgenin ahalisinin kendileri için kullandıkları Northmen kelimesini Norman olarak alarak kendilerini bu şekilde tarif etmeye başlamışlardır. Zaman içinde Fransa’ya yapılan Norman saldırıları kendiliğinden zayıfladı ve gelenler yerli ahaliye karıştılar.
[1] Pön Savaşları, Kartaca ile Roma arasında MÖ 264-146 Akdeniz hakimiyeti için yapılan savaşlardır. Roma ticari faaliyetlerinin sınırlarını genişletince Kartaca ile karşı karşıya geldi. Birinci Pön Savaşı, Roma donanmasının Korsika Adası’nı Roma etkisi altına almasıyla başlamıştır. MÖ 260’ta bir Roma donanmasının Sicilya’daki Karataca egemenliğine son vermesiyle tamamlanmıştır. İkinci Pön Savaşı, Roma’nın Sardunya Adası’nı ele geçirmesine, Hannibal’ın tepkisi Pirene dağlarını aşıp Alp dağlarını geçerek Po Ovasından inip MÖ 217’de Roma ordusunu kılıçtan geçirmek oldu. Bundan sonra Roma, Fabius’un izlediği ve Fabian Stratejisi denilen yıpratma savaşı ile Hannibal mücadele etti. Romalı Scipio bir gece baskını ile Kartaca’nın ordusunu dağıtınca Hannibal Kartaca’ya dönmek, Kartaca barış istemek zorunda kaldı. Bundan sora MÖ 203’de Hannibal’ın üzerine yürüyen Sicipio, Zama Muharebesi’nde Hannibal’ı yenmiştir. Bu savaştan sonra Kartaca Akdeniz hâkimiyetini ve donanmasını Roma’ya bırakmış Savaş tazminatı ödemiştir. Üçüncü Pön Savaşı, ticari olarak Kartaca karşısında zorlanan Roma bu durumu askeri yöntemlerle çözmeye başvurdu. Roma, Kartaca’ya bir ültimatom vererek Afrika kıyılarından iç kesimlere çekilmesini ister. Kartaca bunu kabul etmeyince Üçüncü Pön Savaşı başlar. MÖ 149 yılında başlayan savaş, 146 yılında Roma kuvvetlerinin Kartaca kentlerini yakıp yıkmalarıyla sonlanmıştır.
[2] İmparatorluğu ikiye ayırdı.
[3] Bizantium’un adını Konstantinolpolis olarak değiştirerek burayı başkent yapmıştır (330).
[4] Muammer Gül kitabında Partici olarak ifade ediyor. Biz daha yaygın kullanımı olan Patrici’yi kullanacağız.
[5] Askere alınmıyorlar, Patriciler ile evlenmiyorlar ve siyasi haklardan mahrum idiler ne seçebiliyorlar ne de seçilebiliyorlardı.