Alcatraz Hapishanesi: Kaçışın İmkansız Olduğu Yer
Umudun sözlükten yitip gittiği, içinin boşaldığı, insanların kafasından sonsuza dek silindiği yer: Alcatraz. Bir girenin bir daha çıkamadığı, kaçmanın imkansız olduğu, koca bir okyanusun ortasındaki bir ada. Pasifik’in taşıdığı en ağır yük. ABD’nin San Francisco eyaletinde Alcatraz Adasının üzerindeki 9 hektarlık bir alana inşa edilen Al Capone gibi mafya babalarının tutulduğu hapishane, ismini bulunduğu adadan almaktadır. 1861 yılından itibaren hapishane olarak kullanılmaya başlanan ve dünyanın en korkunç hapishanesi sıfatını üstlenen bir korku makinesi. Günümüzde müze olarak kullanılan Alcatraz, ne yazık ki ziyaretçilerini kendine hayran bırakmak yerine dehşete düşürüyor. İnsanoğlunun dehşete düşmesi bu hapishaneye olan ilgisinin azalacağı anlamına elbette ki gelmiyor. Her yıl milyonlarca ziyaretçi alan hapishane, bir çok filme konu olmayı başarmıştır.
KURULUŞU
1861 yılında yerli isyancıları mahkum etmek amacıyla kurulsa da zamanla ana binaya ek binalar eklenerek ABD’nin en azılı suçlularının ağırlandığı koca bir federal hapishanesi halini aldı. Ada hapishanesinin, suçluların kaçamayacağı bir sistemde hazırlanabilmesi için büyük bir emek harcandı. Yüksek, kalın duvarlar; koca Pasifik Okyanusu.. Kaldı ki coğrafi olarak kaçmaya çokta elverişli olmayan Alcatraz, işlevsellik kazandıktan sonraki dönemlerde de uyulması gereken kuralların ağırlığı ile insanın beyninden özgürlük fikrinin ve kelimesinin tamamıyla toprak altına girmesini sağlıyordu. San Francisco’dan 2600 metre kadar açıkta bulunan adaya suçlular ancak feribotlarla getirilebiliyordu. Ağır suçlular olarak adlandırılan bu kişiler pek de hafif denemeyecek koşullar altında yaşamlarını sürdürüyorlardı. Kısaca ‘ağır’ cezalılara ‘ağır’ yaşam koşulları… Tek kişilik hücrelerden oluşan hapishanenin ağırlayabileceği maksimum mahkum sayısı 15769 buluyordu. Mahkumların 23 saati bu hücrelerde geçiyordu. Geri kalan bir saatlerini ise çeşitli görevlerde yer alarak hücrelerinin dışında geçirmeye hakları vardı. Mahkumlara yiyecek, giyecek ve sağlık gibi temel ihtiyaçların haricinde herhangi bir yardım bulunmuyordu. Kıyafetlerde tek tip kıyafet uygulaması hüküm sürerken, Alcatraz’ın tek kişilik hücreleri de insanın akıl ve ruh sağlığını koruyabilmesi için pek de uygun değildi. Hücreler; bir yatak, klozet, el yıkamak için lavabo ve kıyafetlerini asmak için tek kancalı bir askıdan oluşuyordu. Müze halindeki Alcatraz’a giden kişilerin anlattıklarına göre her hücrede de yatak bulunmuyor. Lavaboların üzerinde kan lekeleri hala varlıklarını sürdürüyorlar. ‘İyi halini’ korudukları takdirde mahkumlar Alcatraz’a geldikleri tarihten beş yıl sonra ziyaretçi kabulü, müzik, resim gibi sanatlarla ilgilenebilme ‘ayrıcalığını’ elde edebiliyorlardı. Üç ana kuralının üçünün de disiplin olduğu hapishanede yıkatılacak çamaşır sayısından tutunda mektuplarında kullanabilecekleri kelime sayısına kadar her şey numaralandırılma işlemiyle sıraya konuluyordu. Hatta mahkumların da isimleri artık birer numaradan ibaretti.
ALCATRAZ’DAN KAÇIŞ PLANLARI
1848 yılına kadar İspanyolların elinde buluna Alcatraz Adası 1848 yılından itibaren ABD’nin hakimiyetine girdi. 1868 yılına kadar San Francisco’nun korunması gibi askeri amaçlarla kullanılan ada, daha sonradan 1934 yılında federal bir hapishaneye çevrildi. Pasifik’in ortasına kurulan hapishanenin kurulduğu zamanlarda övündüğü en önemli özelliği bu hapishaneden kaçmanın mümkün olmamasıydı. Kaçmaya çalışılsa bile botların hapishane görevlilerinin denetiminde olmasından kaynaklı; kaçanların da kurtulamayacağı, firar etmenin imkansız olduğu bir hapishane olarak öngörülüyordu. Ta ki hapishane Frank Morris ve o meşhur iki kardeşi ağırlama şerefine nail olana kadar. Bir Alcatraz hükümlüsü şöyle diyor: ” Ömrümüzün sonuna kadar hüküm giymiş olsak bile, bir insanın kafasından özgürlük fikrini asla alamazsınız. Koşullar ne olursa olsun, kafamızda devamlı “Nasıl kaçabiliriz?” in planları vardır. Engellenemez. Özgürlüğü unutmak asla mümkün değil.” Hiçbiri vazgeçmemiş.
Denizin ortasında,etrafı köpekbalıklarıyla ve keskin nişancılarla çevrili Alcatraz’dan Kaçabilen “Kaçışların Efendisi” Frank Morris

Alcatraz Adası 1861 – 1963 yılları arasında ABD’nin en ünlü hapishanesi olarak kullanılmış ölüm adasıdır. Keskin nişancılarla 24 saat korunan adanın etrafı köpek balıklarıyla dolu soğuk körfez sularıyla çevriliydi. En yakın kara parçasına ulaşmak için yaklaşık 2.5 kilometre yüzmeniz gerekiyordu. Mahkumlar günlerinin en az 23 saatini hücrede geçiriyor pencereler hatta duvarlar demir parmaklıklarla kaplıydı. Bu adada tam 14 kez kaçma girişiminde bulunuldu ve hepsi başarısızlıkla sonuçlandı. Birisi hariç… Frank Morris ile arkadaşları John Anglin ve Clarence Anglin. Onlar “Nasıl bir plan yaptılar ki yakalanmadılar?” İşin püf noktası kaçış istikametlerinin diğer 33 mahkumdan farklı olması. Plan o kadar ilginç ve o kadar kusursuz işlenmiş ki kaçış planının özel bir adı bile var: Dummy Head. Bu isimle bilinen kaçış hikayesi uzun soluklu bir plandan oluşuyor. Bu üç kişi, uzun yıllar boyunca yemekhaneden gizlice kaçırdıkları kaşık, çatal, bıçaklarla beraber duşlardan sabun aşırarak, avludan toprak taşıyarak ellerine ne geçerse biriktirmişler. Çaldıkları mutfak malzemeleriyle her gün duvarı delerken, diğer malzemelerden mumya kafalar yaparak devamında da kafalara zamanla saç, kaş, kirpik de eklemişler. Deldikleri bu duvar gel zaman git zaman bir tünel halini almış. Gece çökünce planı işletmeye başlarlar. Gece kontrol amaçlı hücrelere gelecek gardiyanlar için yataklarına yaptıkları mumya kafaları yerleştirirler. Tabii kendileri de bu arada boş durmuyorlar. Çoktan avluya açılan tünelde yola koyulmuş durumdalar. İşin püf noktası gittikleri yöndü. Kendilerinden önce kaçan her mahkum, kaçmaya kalkıştıktan sonra ilk olarak San Francisco’ya yüzmeyi düşünüyor fakat San Francisco’ya yüzmek demek kıyıda hali hazırda bekleyen polislere yakalanmak demek. Bu üç kaçak, San Francisco yerine bu istikametin tam ters istikametinde bulunan Angel Island‘a doğru gittiler. Yaptıkları sallarını suya indirerek Alcatraz’a veda ettiler. 11 Haziran 1962‘de gerçekleştirilen bu firardan sonra kendilerinden pek bir haber alınamadı. Son bilgiler Latin Amerika’da yaşadıkları yönünde olsa da tekrardan peşlerine düşülmemiş ve onlar da sırra kadem basmakta bir sakınca görmemişler. Diri ve mahkum olmaktansa ölü ve özgür yaşamayı tercih etmişler.

Her ne kadar en büyük kaçış Dummy Head olsa da, resmi kaynaklarda çok yer almayan ve Dummy Head’den önce gerçekleştirilmeye çalışılan çok sayıda kaçış planı da var. 29 yıl cezaevi olarak kullanılan hapishane, bu zaman diliminde 14 ayrı kaçış girişimine tanıklık etti. Kaçan mahkumlardan 23’ü yakalanır, 6 mahkum yakalanmaya çalışılırken öldürülür. 2 mahkum da kaçış esnasında Pasifik’in serin sularında boğularak bu dünyaya veda eder. Geri kalan 5 mahkumun akıbetiyle ilgili pek bir bilgi bulunmamakta.
Kaçma planları kadar ilginç bir olay daha var ki atlamamak gerek. Alcatraz’da mahkumların yine toplu bir firar girişimi sonucunda bir gece isyan çıkartılıyor mahkumlar tarafından ve bir gardiyan rehin alınıyor: Miller. Ellerinde rehin aldıkları bir gardiyan bulunmasına rağmen diğer gardiyanlar işbirliğine yanaşmıyorlar. Bunun üzerine isyancılar gardiyan Miller’i işkence ederek yavaş yavaş öldürmeye başlıyorlar. Olaylar buraya kadar tahmin edilesi. Zaten ilginç kısım buradan sonra başlıyor. Miller son nefeslerinde, ölmeden hemen önce, kendi kanıyla duvara kaçma planı yapan tutukluların adını yazıyor. Bununla da yetinmiyor, kaçma planını yapan mahkumları, bunları ayarlayan ve mahkumların başını çeken üç ana liderin isimlerini de yine kendi kanıyla yuvarlak içine alıyor.
Alcatraz’dan bir çok kez kaçış girişiminde bulunulsa da en çok ses getiren kaçış şüphesiz Dummy Head‘di. Frank Morris ve Anglin kardeşlerin firarından sonra kaçışın imkansız olduğu hapishane tüm özelliğini kaybederek 21 Mart 1963’te kapatıldı. Günümüzde müze olarak varlığını sürdürmektedir.
[zombify_post]